17 Aralık 2006

Uçurum

Berna Şahin tarafından yazılmış bir hikaye. Adını henüz duymamış olabilirsiniz, ama 3 sene (benim koyduğum nokta) sonra duymuş olacaksınız. İsterseniz bir kenara not edin.
*******
UÇURUM



Kış'ın gelişiyle evime biraz neşe geldi.Uzun zamandır kendimi bu kadar iyi hissetmemiştim.Hüzünle geçen günlerimin acısı bayatlamaya başlamış sınırsız bir mutluluğa doğru koşmaya başladığımı hissediyordum.Kararımı vermiştim.Ne pahasına olursa olsun bir daha asla zavallı acılar içinde kıvranmayacaktım.Her ne kadar içimi tiril titreten yok olmuşluk korkusu sarsada en güç kararlarda bile kendi başıma ayakta kalabilme şansına ve bunları uygulayabilme yeteğine sahip bir kadındım.Çoğu kez içinden hiç çıkamayacağımı sandığım yaşamda bana da bir yerler vardı bunu biliyordum.Bir çok şeyi düşünebiliyor onları paylaşacak bir dostum olmamasından hayıflanıyordum.Oysaki dostluklar ne kadar önemliydi benim için.İnsanlar.Büyük küçük demeden,güzel çirkin ayırmaksızın.Yaşama canlılık katan bütün duygularımı paylaşacak konuşacak birilerinin olmaması ise ne büyük bir acı!Bütün hissettiklerimi tek bir noktadan değil sonuna kadar anlayabilen,dudaklarımdan çıkmak üzere olan aynı sözcüğü kullanarak düşüncemi tamamlayan,benimle karşılıklı konuşarak ruhumumun kıyılarına azgın dalgalar gibi vuran biriyle konuşamamak koca bir hiçten başka bir şey değildi..Bu dünyada başkalarınınkinden daha fazla önem verdiğin birinin taktirini kazanamamak ölümdende beterdi.Bir yığın yeteneğe sahip olmak,hissetmek,bunca duygu ve bunları değerlendirememek,paylaşamamak ne berbat ne büyük ıstırap.Bu şartlar içinde yaşamak aslında ölü bir bedene sahip olmaktan farklı bir şey değildi.Bu dünyada hiç bir şeyde süreklilik yok.Düşünceler zayıflamış,sevgiler yozlaşmış benlikler küçültülmüş.Kesin olarak eminimki ağlanacak çok yerde saçma sapan bir sürü şeye gülüyoruz.Her şeye karşı iyiyiz hiç bir şeye karşı asla iyi değiliz.Oysa ben sevgi için yaratılmışım.Bu yozluk bu sevgisizlik beni yok ediyordu.Beni anlama kabiliyetinden yoksun olanlar arasında ne zekam ne sevgim hiç bir fayda sağlamıyordu. Hastalanıyordum.Ölüyordum.Hiç bir umudum yoktu artık.Sıkıntılar içinde kalıp sevimli ve güzel olan her şeye beni sıkı sıkı bağlayan çıkarcı yakınlıklar ve sahte dostluklar ruhumu bu dünyadan koparmıştı.SEVGİ YOK,beni düşünen,düşünmemi gerektiren kimse yoktu hayatımda. Sevmek ve sevilmek,seçkin bir mizacın beni anlamaması bütün düşüncelerimin bütün hareketlerimin bir amacı olmaması karmakarışık canlı ama ölü bir varlık kılıyordu beni.Tarifi mümkün olmayan acılar nereden başladığını kestiremediğim sancılar beynimi zorluyor,gecenin bir yarısı midemden geldiği belli ağzımı ekşiten köpüklü sularla uyanıyordum.Beni güçlü kılan ne varsa ağır ağır kaybediyor eriyordum. İnançlar ciddi duygulardır.Benliğimizin katıksız yemleridir.Dünyada varlığımızı sürdürebilmenin tek yolu inançlarımızdır.Onların farkına kaybettikten sonra varırız.İnaçlarımı kaybetmiş, ağlarını bozan bir örümcekten başka bir şey değildim.Tüm işlevlerim hareketini yitirmiş,vücut sıcaklığım düşmüş,nefes alacak hava bulamıyordum.Düşüncelerim uzayda dolaşıyor,hiç bir şeyin özünü bilmiyor,bu ebedi problemler kafamın içinde rahatsızlık veriyor sonsuzluğa kayıyordum.İnsanların çoğunun hissedemediği yüksek düzeydeki heyecanları algılayıp,arzu ettiğimden daha alt düzeyde kalan şeylerle yaşamak göz yaşlarımın dökülmesine düşüncelerimin daralmasına neden oluyordu.Onların dile getirdikleri düşüncelerle benim düşüncelerim arasında hiçbir uyum yokken insanların etrafımda olmasının anlamıysa ortadan kalkmıştı.Ancak,sonsuz miktardaki sevgi ihtiyacımı karşılayabilecek bir ortamda mutlu olabilirdim.Aksi halde biliyordum ki ölecektim.Bu sevgiyi bu heyecanı bulamazsam benim için mutluluk yoktu,olmayacaktı.Bu duyguları tatmadığım bir çevrenin içinde,daima ya bir zavallı ya ölü gibi yaşayacaktım.Bendeki özellikleri taşıyan benzer biri olmadıkça ve anlaşılmadıkça ruhum bededimi taşıyamayacak kadar ağırlaşacaktı. Son zamanlarda konuşamıyor,haykıramıyor artık ağlayamıyordum bile.Amaçsız ve mutsuz yaşamaktaydım.İşte tam bu noktada dirildim.Çıkarları,koşullu sevgilerı,sahte dostlukları ve yapay ilişkileri kalan tüm gücümle sahip olduğum yüce sevgiyle protesto ettim.Acılarla kıvranan alıngan bir bir insanın kendini güçlü göstermek istediği ıstıraplı çabaları rafa kaldırıp penceremi kışın soğuğuna rağmen ardına kadar açtım.
Bildiğim herşeyi zarar görerek öğrendiğim için bildiğim şeyi tam bilirim.Bunun için ki sivriyim,zaman zaman kesin konuşurum.Çok acı çektiğim için benim kadar acı çekmemiş olanlardan daha iyi sevmek daha iyi konuşmak durumundaydım.Hakkımda yargıya varıp beni biraz tanımadan azıcık anlamadan aklı başında doğup bilmedikleri şartların etkisiyle saçma sapan bir tip haline geldiğimi bilmeyenler için artık üzülmeyeceğim gaflete girmeyeceğim.Üzerimde sevgimin yüceliğini anlayamayıp beni değiştiren,bana dokunan kirli parmak izlerini bırakanlardan intikamımı almak için ölmeyeceğim.

Berna

03 Aralık 2006

Xgl ve Compiz (Linux Kullanıcıları İçin)

http://video.google.com/videoplay?docid=1744243597010709892

Yukarıdaki videoya bir bakınız. Deli birşey değil mi?

Bir arkadaşım denemişti ve 2 kere bilgisayarı patlamıştı. Korka korka denedim, "http://www.tectonic.co.za/view.php?id=916" adresinin yardımı ile çaaat diye çalıştı.

Diz üstü bilgisayarın ekran kartı boktan olduğu için haddinden fazla kasıldı makine. Ama evdeki alette çattır çattır çalışacak, ben de zevkin doruklarında takılacam...

Windows kullanıcıları için: Arkadaşlar, yeter artık. Bırakın şu windows işini. Vista çıkacak diye bekleşiyosunuz. O kadar para vereceğinize aynı işi beleşe halledin. Vista alınca olay bitse iyi, gidip bi ton parça alıp, bilgisayarınızı yenilemeniz gerekecek vs. vs. vs. Bak gene tansiyonum çıktı...

Linux. Hazır ol! Linux. Hazır ol! Linux. Dağılabilirsiniz.

02 Aralık 2006

Dose, Overdose, Golden Shot

Dün sabah 7:30'da teker dönmeye başladı ve Çorum'a gittim. İstanbul trafiğinden çıkabilmek uzun sürdü. Saat 15:00 civarı da Çorum'a vardım.

Aynı akşam saat 21:00'de Çorum'dan yola çıktım ve bu sabah saat 5:00 civarı eve varabildim.

Toplam 15 saat araba kullanarak 1400km kadar yol teptim. Buna overdose denir. Yolun son 2 saatinde halusinasyonlar ve iluzyonlar görmeye başladım. Yol 2 saat daha uzun sürseydi kesin golden shot olayına girmiş olacaktım. Ne gördüğüm bana kalsın.

Yedek şoför olarak gelen ve ehliyeti olmadığı için arabayı kullanamayan; dönmeden önce hayvan gibi rakı içen, yolda da 2 bira içerek sinirime sinir katıp peşinden uyuyan arkadaşıma sonsuz teşekkürler.

Çorum'dan aldığımız ve 1-2 saat de olsa arabayı kullanacağını ümit ettiğim; arabaya biner binmez viski içmeye, akabinde yol sonuna kadar kafasına havlu koyup uyuyan aziz ortağıma da binlerce teşekkürler.

Bi daha kimseye güvenip de iş yaparsam...

07 Kasım 2006

Ey Onur Şan hayranları, sesime kulak verin!

Duyanlar duymayanlara söylesinler. Ben Onur Şan değilim. Soyadımız benzer, ama aynı değil. Benim soyadım "s" ile yazılıyor.

Ayrıca sizinle konuşuyor olmam size değer verdiğim anlamına gelmiyor. İsmim benziyor diye türkü hayranı olmak zorunda da değilim. Türkü sevmiyorum, ben metalciyim. Beni türkü dinlemeye ikna etmenizin bir yolu yok. Önyargılı değilim, hayatımda hiç türkü dinlemeden türkü sevmemeye karar vermiş değilim. Lütfen bunları bir kenara not edin.

"Türkü bizim özümüzdür" ilkesini benimseyen arkadaşlara: Doğru olabilir, ama ilgilenmiyorum. Türkülere varmadan önce özümüzü oluşturan milyon tane şey var. Onlara sahip çıktın da mı gelip bana türkülerin ne kadar değerli olduklarını anlatıyorsun? Sen dinle türkülere sahip çık, ben de Türkçe'yi düzgün kullanmaya gayret ederek özümüze senden daha fazla sahip çıkayım. Hangi "-de"nin ayrı, hangisinin birleşik yazıldığından haberin var mı? Hani şu ortaokulda öğrettikleri. Peki "-ki"? Ne zaman birleşik yazılır, ne zaman ayrı yazılır bilir misin?

Martaval okumak isteyenler açsınlar birer blog, durmadan yazsınlar. Bakın ben kimsenin okumadığını bilerek düşüncelerimi ortaya koyuyorum. Çekinmeyin.

Kendinize iyi de olsa kötü de olsa bir bakın. Düşünmeden konuşmazsanız çok sevinirim.

Not: Onur Şan olmadığım için(!) üzülerek saçmalayan yüzlerce hayranının varlığı sebebiyle, kendisine derin bir antipati hissetmekteyim. Türkü fanatiği de olsam Onur Şan dinlemezdim. Şimdi defolabilirsiniz.

03 Kasım 2006

?

Bu sabah yine yataktan ancak birileri beni aradıktan sonra çıkabildim. Her sabah yataktan çıkmak için 1 saatimi harcıyorum. Neden uyanamıyorum ki? Galiba gerçekten çok sigara içiyorum, vücut kaldırmıyor. Yaşlanıyo da olabilirim...

Telefonun iğrenç yangın alarmı şeklindeki zili çaldıktan sonra birilerini bir yerlere yönlendirerek (acaba kimi nereye yolladım) yataktan çıktım. Keşke yapmasaydım ama her sabahki alışkanlıkla perdeyi aralayarak camdan dışarı baktım. Evet... Kar yağıyordu. Bu dağ başındaki yere taşındığımıza tekrar lanet okuyarak ayılma sigaramı yaktım. Yatmadan önce binbir küfürle aşağıladığım, bırakmaya yemin ettiğim sigara, sabah yine en iyi arkadaşımdı.

Bakkal amca ve kardeşleri, nedense beni seviyolar, çok saçma. Gün boyu bana arkadaşlık etsin diye sigara almaya girdiğimde, bakkal da her sabahki alışkanlıkla kahve yapmayı önerdi. Kar yağıyordu, soğuktu. Kahveden daha güzeli olamazdı. Kabul ettim. Matemetik dersini asıp okuldan kaçan liseli gençle beraber muhabbet ettik. Beni seviyor olması, muhabbetin güzel olduğu anlamına da gelmiyor. Muhtemelen, insanların beni seviyor olmaları hoşuma gittiği için onların yanında kendimi Cem Yılmaz kostümü içine gizleyerek, sanki çok neşeli biriymişim gibi, hikayeler anlatıyor, komiklikler yapıyorum. Ama boşa, neden yapıyorum ki?

Bu arada kulağım radyodaki yol ve hava durumunda. Spiker en sevmediğim şekilde konuşuyor. Burun kılları mikrofona değecek kadar yaklaşmış, elindeki medya gücü sanki kendi kudretiymişçesine şahlanmış, anlamsız şeyler anlatıyor. Neden sonra spikerin burun kılları birilerinin kulaklarını kaşındırmış olacak ki, yoldan ve havadan bahseden başka bir insan çıktı.

Hiç dikkat ettiniz mi? Televizyonda hava durumunu sunan biriyle radyoda sunan biri, tarz olarak ne kadar zıt? Televizyonda, sanki geleceğimizi bildiren medyum edası ile şovmenlik adına bilinen herşey harmanlanmış. Radyoda ise bildiğimiz bir insan konuşuyor. Televizyonla ilgili yorumları başka bir posta bırakıp devam edelim.

İnsancıklar Boğaz Köprüsü'nü geçebilmek için saatlerini harcıyorlarmış. Şehir içinde trafik durmuş. Bunlar aslında beni ilgilendirmez, ama ben de bir çok dönemde saatlerimi trafikte harcadığım için üzüldüm. Tabii ki radyodan Altınşehir - Esenyurt trafik durumunu vermesini beklemiyordum. Ama bir noktadaki trafik durumu, aslında her yerdeki trafik durumunun göstergesi. TEM otoyolu tıkalı iken kimse E-5'in açık olmasını beklemez, kaza durumları hariç. Saçmalamaya başladım.

Sonbaharda, ilk yağmurlu günde, trafik her zaman tıkanır; sonraki günlerde düzelir. Benzer şekilde, ilkbaharda da, ilk güneşli ve güzel günde trafik yine tıkanır. İş giriş - çıkış saatlerinde dışarıda bulunan insan sayısı değişmezken neden tıkanır bu trafik? Sadece insan psikolojisi mi, yoksa hormonal bir etki mi? Kim bilir...

Doğru rota seçimi ile kısa zamanda dükkanıma geldim. Boşuna korkmuşum. Biraz çay, biraz sigara... Hala ayılamadım. Komşunun dükkanına beton dökülecekti, siparişi ben vermiştim. Evet hatırladım! Sabah beni yataktan kaldıran beton santralinin operasyon müdürü idi. Ve evet, beton pompası gelmiş, demek doğru kişiyi doğru yere yönlendirmişim.

Bilirsiniz, bazı zamanlarda, kafa iyiyken ya da aşırı uykulu olup kendinizde değilken, yaptığınız doğru şeyleri hatırlamazsınız. Ama istenmeyen hareketlerde bulunmuşsanız, yıllarca aklınızdan çıkmaz, pişman eder adamı vicdan denen anlamsız olgu.

Aaaah... Yine belim ağrıyor. Akşama kadar bilgisayar başında oturduğunuzda feda etmeniz gereken şeyler var. Ya popo ovalliğini kaybedecek, ya beliniz size işkence etmeye başlayacak, yahut gözleriniz ekrandan ayrıldığında 10 m'den uzağını göremeyeceksiniz bir süre. Bunların çeşitli kombinasyonları da olabilir. Yine saçmalamaya başladım. Saçmalasam da bel ağrısı inceden inceden sol bacağıma vuruyor.

Yeter, bugün de yaşamaya devam etmek gibi önemli bir işim var. Akşama kadar hayatta kalmak için çok çalışmalıyım. Daha alınıp verilecek çok nefes var.

03 Eylül 2006

Kilyos


Bugun gezmek ve kesfetmek uzere bir arkadasimla beraber Kilyos'a gittik. O kadar ovulen, anlata anlata bitirilemeyen yer bana pek matah gorunmedi. Belki de anlatilanlar sebebiyle beklentiyi yuksek tutarak gittik.


Deniz kenari "beach club" denen anlamsiz olusumlar tarafindan tamamen kapatilmis. Allahtan balikci tekneleri var da, onlarin bulundugu yerden denize yaklasmak(!) mumkun.


"Beach club"lari saymazsak, Kilyos nispeten kendini koruyabilmis bolgelerden biri. Arka taraflarda villa tipi yapilar ormanin anasini agllatmis olsa da Istanbul'un merkezine yakinligini düsünürseniz korunmus sayilabilir.


Muhtarliga ait yerde cay ictikten sonra, allahin daginda otopark parasi vermemek icin balik yemek yerine (balik sevmiyorum, i$ime geldi aslinda) Tekirdag koftesi yedik. Daha sonra toplam 10 dakikada, bir sokak kopeginin onculugunde butun Kilyos'u gezdik, tekrar otoparka donduk. Otopark cam agaclari arasinda, golgelik ve manzarali bi yerdi (ilginc di mi). Gunun geri kalaninda orada oturup arkadasimla muhabbet ettik, hatta oturdugumuz noktaya ev yapmaya karar verdik.


Kisacasi, Kilyos yaninda kimse yokken gidilecek biyer degil, abartiliyor. Ha diyosaniz ki ben clubber bi gencim, hoplarim ziplarim, "beach club" olayi tam benlik, o zaman ne halt ederseniz edin banane...

02 Eylül 2006

Gorevli Mehmet Abi

Bizim apartmanin gorevlisi Mehmet Abi var. Kendisi 160cm boylarinda, 120 kilo, kulagindan fiskiran killar, benim biyiklardan daha gur(alnindaki killara hic girmeyelim, burun killarindan da uzak kalalim). Kafasi direk omuzlarina baglanir, ne boynu ne de ensesi vardir. Goruntu olarak korkunc bir insan olmasina ragmen, ben hayatimda onun kadar saf ve temiz bir insan daha tanimam, kendi cocuklarindan daha saf biri.


Vaktiyle onun basndan gecen bir hikaye bu. Oturdugumuz sitenin insaatinda da calismis Mehmet Abi. Gunun birinde daire sahiplerinden biri, celik kapilarin yeni takildigi sirada gelip sikayette bulunuyor: "Benim kapi arizali, anahtar bosta donuyor, itince da kapi aciliyor."


Santiye sefi daire sahibi ile giderken Mehmet Abi'yi de cagirir ve olaylar gelisir....


Daire kapisina gelirler. Santiye sefi anahtarin delige uymamasini goz ardi ederek kapiyi zorlar. Acamayinca can alici cumleyi sarfeder: "Mehmet, bi omuzlasana."


Mehmet gerilir ve bir omuz darbesi ile kapinin kilidini kirar, kapi ardina kadar acilir. Daire sahibi usul usul kafasini iceri uzatir ve der ki: "Pardon, benimki bi ustteki daire idi"


Bunu ilk duydugumda gulmekten yerlere yatmistim, zira Mehmet Abi'yi de, santiye sefini de, daire sahibini de tanirim. Hey allahim ya...

31 Ağustos 2006

Zeno's Paradox

At any given moment, an arrow must be either where it is or where it is not. But obviously it cannot be where it is not. And if it is where it is, that is equivalent to saying that it is at rest.


-- Zeno's paradox of the moving (still?) arrow

27 Ağustos 2006

Trafik Kazasi

Gecen Carsamba gunu, Avcilar otoban baglanti yolunda giderken trafik anlamsiz sekilde yavaslayarak durma noktasina geldi. Bir kaza oldugu belli idi. Bir süre emekleme hizinda ilerledikten sonra orta seritteki arabalar saga ve sola acilarak kaza sahnesini gormeme izin verdiler.

Orta seritte capraz sekilde duran ve on kaportasi agir darbe almis Renault marka bir arac ve 4-5 metre gerisinde yerde yatan (muhtemelen olu) bir esek vardi.

Orada o esegin ne isi vardi acaba? Sahibi bu isten ne kadar sorumlu, arac sahibi ne kadar suclu?

Gecmiste bir tanidigim da otobanda sol seritte 140 km/sa hizla giderken ters yonde ayni seritte gelen bir inege carpmisti. Inek sahibi tanidigimdan para istemisti. Bu arada tanidigin birkac takla atarak arabadan burnu kanamadan ciktigini soylememe gerek yok. Zira ortada para istenecek bir surucu olmayabilirdi de.

Zincir Kurali

Olay birkac sene once cereyan etti. Bir gun ITU Gumussuyu Kampusu'nden ciktim ve Taksim'e dogru yurumeye basladim. Yolun kenarinda oturan dilenci kilikli bir amca birden yerinden kalkarak bana dogru gelmeye basladi. Amca daha bana yaklasmadan ictigi Maltepe'nin kokusu bana kadar geliyordu. Elimi cebime attim ve biraz bozuk para vermeye niyetlendim. Ancak bu sirada amca yanima geldi ve elinde tuttugu kagidi bana uzatarak: "Burada 't'ye gore turev aldiktan sonra neden tekrar 'x'e gore turev alindigini anlamadim" dedi.

Tabii ki bu beklenmedik bir soru idi. Afalladim, soruyu tekrar etmesini istedim. Tekrar kagit uzerinde gostererek sordu. Bildigimiz zincir kurali oldugunu anladim ama o kagidi nerden buldugunu veya kime yazdirdigini anlamadim. Zira amca gercekten de bu konularla ilgisi olan biri gibi gorunmuyordu. Tabii sormustu bir kere.

Ben de kuralin adini soyleyerek, uzun uzun anlattim. Istenirse denklemin sonsuza kadar uzatilabilecegini vs. vs. anlattim. Amca tesekkur etti ve az once oturmakta oldugu yere dondu, dusunceli dusunceli kagida bakmaya devam etti.

Basimdan gecen en ilginc olaylardan biriydi diyebilirim.

22 Ağustos 2006

27 - 28

Kurt Cobain killed himself when he was 27, and i am 27.

Jim Morrison was 28 when he died, and i am soon going to be 28.

Janis Joplin was 27 when she overdosed heroin.

Jimi Hendrix died at the age of 27.


It is better not to think much about anything. I feel sad, i need to get out from this sucking life. Life itself has to be different, meaningful. Not just an empty bottle full of nothing.


I need something but do not know what it is. I need help...

21 Ağustos 2006

About Life

Life is like a bad margarita with good tequila.


-- Peter Applebome

18 Ağustos 2006

Time...

Yesterday evening, i found a single white hair. I hold it to be sure, then i lost it... If i am getting old, someday i am going to die. I don't know why but i feel better now.

15 Ağustos 2006

Is This An Accident?



Saturday morning, while i was on my way to Ormanli, a paragliding site northwest of Istanbul, a strangest thing happened. On a road between some villages, i met a thin rope that was attached to trees on both sides of the road. Actually, recognising it as attached to trees, gave me some scars.

I was riding on my bike, with 80 km/h. I saw the rope which was 20 cm away from my throat. I went on my way for about 40 cm, and it was just the time that i recognised that the rope was attached to trees. I went 40cm-20cm=20cm back relative to bike, tried not to choke and keep my head above my shoulders. The bike was alerted too and decided to leave the road. At that moment, the rope also decided not to choke me or take my head or take me completely, and detached or broke off.

I controlled the bike again, decided not to stop. Actually i was glad that still rolling on two wheels. I checked my throat, saw no sign of blood, took some breath, that was ok too! So no problem.

07 Ağustos 2006

WOW, What a game man!!!

you have to download and play this tremulous. fast fast fast, open source game, works on almost all platforms. i forgot the time again

06 Ağustos 2006

What and Why are Borders?

- Suppose that you're an alien, on a mission to discover a blue small planet that has life on it. You arrive to the planet system and start to watch it. You soon realize that this very small planet does have borders, with a population of a few billions, which have different languages, different beliefs.


Even this stupid crowd is having tiny wars with their tiny war machines, killing each other in the name of nothing.


You start to wonder why these wars' reasons are. It seems that the values beneath the ground somehow attracts the ones that do not have it (actually they have but want more). Whose resources are those that lie beneath the ground anyway? Who made you think that those resources belong to someone? Why don't you share them, considering the needs? Why do you need them in the first place? If these resources are so valuable, i can invade the planet now, and take all of it right now!


- Suppose that you're a civilized man, on a mission to discover an area that has uncivilized tribes around. You arrive to the area and start to watch the tribes. You soon to realize that this very small tribes do have borders, with a population of a few hundreds, they have different languages, different beliefs.


Even this stupid crowd is having tiny wars with their spears and arrows, killing each other in the name of nothing.


You start to wonder why these wars' reasons are...


Stop it man, it does not make any sense. You tell us about European Union, American Union, Islamic Union, etc. A civilized species would laugh their ass of, as i can laugh to the wars of the tribes.


NO BORDER, NO WAR

05 Ağustos 2006

post via e-mail

Just another try to post via e-mail...

post, using gnome-blogger

trying gnome-blogger

Hello World

aaa