- Sabah işe Mitsubişi kamyonla geldim.
- Öğlende bir arkadaşın Sitoen marka arabası ile nalbura gittim.
- Öğleden sonra Ford Transit minibüs ile İkitelli'ye gittim.
- İkitelli'den gelince Transit'i sahibine bırakıp ortağın Bemeve marka arabasını oradan alarak dükkana döndüm.
- Akşam eve motosikletle döndüm.
- Gece makine arıza yapınca Honda marka araba ile işe geldim.
Aynı gün içinde bu kadarını tutturduğumu ancak ertesi akşam farkettim.
30 Aralık 2009
22 Aralık 2009
Madur Apartman Yöneticisi
Konunun esas elemanı öküz kiracılar aslında. Saat 20:30 civarı. Kadın diyo ki, sular kesik. Ben de diyorum ki, eee? Kadın diyo ki ama su kesik falan filan. Ben de diyorum ki bende de sular kesik. Kadın diyo ki o zaman haber vereceksiniz sular ne zaman gelecek diye. Ben de diyorum ki ulan ben İSKİ miyim. Kadın diyo ki sormadınız mı bu saate kadar, İSKİ'ye sorun apartmana haber verin bıdıbıdı sorumluluk cart curt. Ben de diyorum ki ulan ben işten saat 20:00'de çıkıyorum, nerden bileyim su mu kesik ne kesik, sen neden sormadın İSKİ'ye de bana ya da kapıcıya haber vermedin ki apartmana duyurulsun, ben miyim apartmanın şamar oğlanı, ben sudan elektrikten sıcaktan soğuktan sorumlu muyum, ben miyim senin gün boyu içinden atamadığın hormonlarından kaynaklanan asabiyetini stresini atacağın kişi, ben miyim seni gün boyu sıkan ve bütün gün Oblomov gibi yatan da sen günün stresini bana kusuyosun, 3 kuruş aidat verdin de kral ilan ettin kendini, bıdıbıdı böyle yapılır, öyle değil vs. vs.
Velhasıl kelam, bi daha sokakta görse karşı kaldırıma geçecek herhalde.
Velhasıl kelam, bi daha sokakta görse karşı kaldırıma geçecek herhalde.
17 Eylül 2009
Kuyu
Bir kuyunun, derin bir kuyunun içindeyim. Hiçbirşeye tutunamıyorum. Kenarlar çamur bağlamış, kayıyor. Çok az ışık giriyor içeri. Yukarı bakıyorum. Çıkış o kadar da uzak görünmüyor. Ama ulaşamıyorum çıkışa. Yardım çığlığı da atmıyorum. Bana kim yardım edebilir ki? Tüm o bencil insanlar mı? Onlar kendi kuyularının içindeler ve içinde oldukları durumu bile umursamıyorlar. Çıkmak istemiyolar ya da orada doğdukları için bir kuyunun dibinde olduklarının farkında değiller ya da yeteri kadar orada kaldıkları için çıkmaya gerek / ihtiyaç görmüyorlar. Kendi küçük kuyularının dibinde mutlu olabilmişler.
İnsanların istekleri var. Kuyunun dibinde o isteklere ulaşabiliyorlar bile. Benim bi isteğim yok. Hemen herşeye isteksizim. Ana konuya çare bulamazken ufak tefek şeyler beni nasıl memnun edebilir ki? Peki insanlar nasıl memnun olabiliyorlar bunlara?
Herhalde sadece ben ve benim gibi birkaç kişi kuyuların dibinde. Biz kendimizi mi hapsettik yoksa o kuyulara? Kendimizi koruma altına mı almaya çalıştık? Peki sonra neden mutsuz olduk? Taktik hata mı? Biz dışarda kalmalı, diğerlerini kuyuya atmalıydık. Bizim gibileri bulmak ve konuşabilmek daha kolay olurdu. Beni bulabilmek için kuyudan çıkmalı, kuyu dışı türlerle mücadele ederek başka bir kuyuya ulaşmalı ve oradan benim-gibi'yi çıkarmalıyım. Sonra ikimiz iki kişi daha çıkarmalıyız. Daha da kalabalık olmalıyız. Dünyanın yarattığı insani düzenden sıyrılmalıyız, kendi insani düzeyimizde, sadece kendi insani düzeyimizdeki insanlarla, bu düzeye layık olanlarla iletişmeliyiz. Hep beraber daha büyük bir kuyuda, ya da bir kulede yaşamalıyız.
Ya da...
Olacak olan şey, ölene kadar bu kuyuda kalacak olmam, zaman zaman böyle karamsar bir umuda kapılmam, sonra bir gün çabalamaktan yahut çabalayabilecek olma umudundan tamamen kurtulmam, diğer insanlardan farklı olarak mutsuzluğu kabullenmem... Üzerime toprak atmak için toplanmış onlarca insan... Bunun için yıllarca heves etmişler. Dertler benim, çile benim, ömrüm sizin, sizin olsun...
29 Temmuz 2009
29 Temmuz 2009 Rüyası
Bu rüyaya bi isim verebilmeyi çok isterdim, ama pek mümkün değil galiba. Nerden başlayıp nasıl bittiği bile muamma.
Başroldekiler:
Ben
Bilge (kardeşim)
Gökhan (abim)
Babam (babam)
İlgen (karım)
Ayça Şen (evet o ama yüzü biraz Şebnem Ferah'a benziyo)
Yardımcı ekip:
Bakkal ve çırağı (kim olduklarını bilmiyorum)
Bisiklet gibi motosiklet, yolcu önde
Abimin olmayan motosikleti
İlgen'in var olan motosikleti
Bi de bi BMX marka bisiklet vardı sanki
Rüya:
Babam Audi Q7 marka/model jipini satmış, yerine (çoook) daha pahalı bi jip almış. Gümüş rengi. Onunla abime ve bana hava atıyo. Gece bizim (var olmayan) kapalı garaja bırakıyo, binersiniz diyerek. Sağında ve solunda abimle benim motosikletlerimiz var. Sabah abimle beraber erkenden 2 motosikletle çıkıyoruz. Babam bizim umursamadığımızı anlamış olacak, gece gizlice gelip jipini almış gitmiş. Bakkaldan bozma markete uğruyoruz. Ivır zıvır alırken orada ortalarda, rafların önünde dolanan Ayça Şen var. Siyah giyinmiş, biraz kilo almış, yüzü de Ayça Şen'den fazla Şebnem Ferah'a benziyo ama rüyada kimin kim olduğunu bilirsin ya, o da Ayça Şen işte. Ayaküstü 2 espri yapıyorum, gülüyo, abimle marketten çıkarken kolunu okşuyorum. Arkamdan bakkala "bu Onur ruh hastası" diyo. Duymuyorum ama biliyorum öyle dediğini. Motora biniyorum ama abim yok. Benim motosiklette, önümde, Bilge var. Bisiklet gibi ama düzgün oturmuş, ben ayakta kullanıyorum. Bilge ufacık, 8-9 yaşlarındaki boyunda, ama zihni bugünkü yaşında. Ayaları çıplak, üzerinde ince bi eşofman ve beyaz bi tişört var, elinde cips - tombi gibilerinden bi paket var, ondan atıştırıyo. Giderken boyuna ayaklarını sallıyo, çok rahat görünüyo, öyle hissediyorum. Yollar çamur olduğu için motosikletin arkası bi o yana bi bu yana savruluyo ama çok kontrollüyüm, hiç istemediğim kadar kaymıyo, istersem biraz daha kaydırıyorum heyecan olsun diye. Bilge'ye soruyorum "nasıl oluyo da bana bu kadar güveniyosun" diye. Bi cevap veriyo ama ben duymuyorum. Ayaklarını sallayarak tombi yemeye devam ediyo. Toprak bi yolda, bir ağacın gölgesinde babam jipinin içinde bize bakıyo, bizi bekliyo gibi bi havası var. Önünde duruyoruz, ben babama bakıyorum, babam Bilge'ye sanki, ama emin değilim, jipin ön camı tam babamın yüzünün olduğu yerde parlıyo. Sonraki sahne, İlgen'le çok yorgun şekilde uyuyoruz, arada uyanıp karıma bakıyorum (gerçekten uyanmış ve bakmış da olabilirim). Sabah kalkıp tekrar motora binmek üzere evden çıkıyorum. Meğer önceki gün yorucu bi yolculuktan dönmüşüz. İlgen o yorgunlukla motoru yere yatırıp bırakmış, farlar bile açık. Motoru kaldırıp kenara park ediyorum, benim motora biniyorum ve aynı bakkala gidiyorum. Ayça Şen yine orada. Bu sefer sadece birbirimize bakıyoruz ve gülümsüyoruz.
Son
- Freudyen açıklamaları beklerim. Parapsikoloji de kabulümdür.
- Götün açıkta kalmış gibi yorumlara gerek yok, yaz günü yün içliğimi giyip yorgana sarılacak değildim di mi?
- Bişeylerin sırasını karıştırmış olabilirim. Nitekim rüyanın bir yerinde abim BMX ile kısa bir atraksiyon yapıyodu ama kim bilir neresinde...
Başroldekiler:
Ben
Bilge (kardeşim)
Gökhan (abim)
Babam (babam)
İlgen (karım)
Ayça Şen (evet o ama yüzü biraz Şebnem Ferah'a benziyo)
Yardımcı ekip:
Bakkal ve çırağı (kim olduklarını bilmiyorum)
Bisiklet gibi motosiklet, yolcu önde
Abimin olmayan motosikleti
İlgen'in var olan motosikleti
Bi de bi BMX marka bisiklet vardı sanki
Rüya:
Babam Audi Q7 marka/model jipini satmış, yerine (çoook) daha pahalı bi jip almış. Gümüş rengi. Onunla abime ve bana hava atıyo. Gece bizim (var olmayan) kapalı garaja bırakıyo, binersiniz diyerek. Sağında ve solunda abimle benim motosikletlerimiz var. Sabah abimle beraber erkenden 2 motosikletle çıkıyoruz. Babam bizim umursamadığımızı anlamış olacak, gece gizlice gelip jipini almış gitmiş. Bakkaldan bozma markete uğruyoruz. Ivır zıvır alırken orada ortalarda, rafların önünde dolanan Ayça Şen var. Siyah giyinmiş, biraz kilo almış, yüzü de Ayça Şen'den fazla Şebnem Ferah'a benziyo ama rüyada kimin kim olduğunu bilirsin ya, o da Ayça Şen işte. Ayaküstü 2 espri yapıyorum, gülüyo, abimle marketten çıkarken kolunu okşuyorum. Arkamdan bakkala "bu Onur ruh hastası" diyo. Duymuyorum ama biliyorum öyle dediğini. Motora biniyorum ama abim yok. Benim motosiklette, önümde, Bilge var. Bisiklet gibi ama düzgün oturmuş, ben ayakta kullanıyorum. Bilge ufacık, 8-9 yaşlarındaki boyunda, ama zihni bugünkü yaşında. Ayaları çıplak, üzerinde ince bi eşofman ve beyaz bi tişört var, elinde cips - tombi gibilerinden bi paket var, ondan atıştırıyo. Giderken boyuna ayaklarını sallıyo, çok rahat görünüyo, öyle hissediyorum. Yollar çamur olduğu için motosikletin arkası bi o yana bi bu yana savruluyo ama çok kontrollüyüm, hiç istemediğim kadar kaymıyo, istersem biraz daha kaydırıyorum heyecan olsun diye. Bilge'ye soruyorum "nasıl oluyo da bana bu kadar güveniyosun" diye. Bi cevap veriyo ama ben duymuyorum. Ayaklarını sallayarak tombi yemeye devam ediyo. Toprak bi yolda, bir ağacın gölgesinde babam jipinin içinde bize bakıyo, bizi bekliyo gibi bi havası var. Önünde duruyoruz, ben babama bakıyorum, babam Bilge'ye sanki, ama emin değilim, jipin ön camı tam babamın yüzünün olduğu yerde parlıyo. Sonraki sahne, İlgen'le çok yorgun şekilde uyuyoruz, arada uyanıp karıma bakıyorum (gerçekten uyanmış ve bakmış da olabilirim). Sabah kalkıp tekrar motora binmek üzere evden çıkıyorum. Meğer önceki gün yorucu bi yolculuktan dönmüşüz. İlgen o yorgunlukla motoru yere yatırıp bırakmış, farlar bile açık. Motoru kaldırıp kenara park ediyorum, benim motora biniyorum ve aynı bakkala gidiyorum. Ayça Şen yine orada. Bu sefer sadece birbirimize bakıyoruz ve gülümsüyoruz.
Son
- Freudyen açıklamaları beklerim. Parapsikoloji de kabulümdür.
- Götün açıkta kalmış gibi yorumlara gerek yok, yaz günü yün içliğimi giyip yorgana sarılacak değildim di mi?
- Bişeylerin sırasını karıştırmış olabilirim. Nitekim rüyanın bir yerinde abim BMX ile kısa bir atraksiyon yapıyodu ama kim bilir neresinde...
10 Mart 2009
Taslak: "İki Dünya: Sahte Dünya ve Gerçek İnsanlık"
Bilgisayarın biyerlerinden çıkan yazı. Bitirememişim. Kafam güzelken başlamış, sonra da bitiremeyecek kadar sarhoş olmuş olmalıyım.
-----------
Geçen hafta bir arkadaşımla buluştum. Nedense yanında çenemin düştüğü bir arkadaşım. Zavallım adam gibi bi cümle kuramadı yanımda. Bense o kadar çok konuşurken, sanki yıllardır aklımda olan bişeymiş gibi aşağıdaki düşünceyi anlattım. Zira o an aklıma geldi. Belki de o an aklıma gelmemiştir; önceden aklımda vardır falan filan. Bu son cümleden kitap çıkar, çıkmıştır belki, bestseller olmuştur ya da yayınevi batmıştır.
İnsanların neden -bilinçli yahut bilinçsiz- bunalım içinde yaşadıklarına dair bir sebep bulmuş olabilirim. Çok fazla karakter tahliline girmek istemem; benim işim değil. Ancak aklıma gelenlerin pek de boş düşünceler olmadığını seziyorum.
Hepimiz en az ikişer hayat yaşıyoruz. Ama yaratılış gereği bunu kaldıramıyoruz. Yaşadığımız dünya ancak ikiyüzlü bi hayat sağlayabiliyo bize. Bi tanesi gözümüzün önüne çekilip gerçek denen ama külliyen yalan olan perde, ikincisi ise "biz" olan gerçek ama tali dünyamız.
Yalan olan dünya, maddi -daha doğrusu "mali"- dünya. Hayatımız için para kazanmamız gerektiği bir gerçek olmakla beraber, bu para denen araç sonunda hepimiz için amaç oluyo, oldu bile. Başarının kıstası bile çoğu zaman içinde hissettiğin tatmin duygusu değil, eline geçen nakitle ilgili maalesef. Maaşın iyiyse başarılısındır. Dükkanın iyi kazanıyosa başarılısındır. İçinden geçenler değildir seni başarılı yapan. Mutluluğu para ile satın alabileceğimize dair o kadar çok şey gösteriyolar ki, zaman içinde böyle sanıyoruz; beynimizin yıkanmasına izin veriyoruz. Ama bunun böyle olmadığını da o kadar iyi biliyoruz ki! Mali gücün iyiyse çevreye "mutluyum ulan" numarası çekebiliyosun. Çevre de "para mutlak mutluluk sağlar" yalanının içinde yüzdüğünden, sana imrenir. Dolaylı yoldan, yalan dünyadan "sen"e geçer ve memnun olursun. Çünkü insanlar sana imrenirler. Paran olduğu için değil, "mutluyum" yalanına inandıkları, daha doğrusu inandırıldıkları için.
İşte bu "gerçek dünya" şeklinde bize sunulan yalan dünyadır. Peki neden eşşek gibi parası olan insanlar da mutlu değildirler? Çünkü istediğin herşeye ulaşabilmek sana mutluluk sağlamaz. Mutlu olmak öyle bişey değildir. Tenden, deriden dışarda değildir o. Tamamıyla içindedir. Damarlarında akmaz. Eskilerin dediği gibi, kalbinde hissedersin. Yenilerin dediği gibi vücuttaki nöronlar arasında akan bilmemne şeklindeki elektrik sinyalleridir. İşte gerçek insanlık aslında budur. İçinde olan, dışındaki değil.
-----------
Kim bilir nereye varacaktım. Merak ettim valla.
-----------
Geçen hafta bir arkadaşımla buluştum. Nedense yanında çenemin düştüğü bir arkadaşım. Zavallım adam gibi bi cümle kuramadı yanımda. Bense o kadar çok konuşurken, sanki yıllardır aklımda olan bişeymiş gibi aşağıdaki düşünceyi anlattım. Zira o an aklıma geldi. Belki de o an aklıma gelmemiştir; önceden aklımda vardır falan filan. Bu son cümleden kitap çıkar, çıkmıştır belki, bestseller olmuştur ya da yayınevi batmıştır.
İnsanların neden -bilinçli yahut bilinçsiz- bunalım içinde yaşadıklarına dair bir sebep bulmuş olabilirim. Çok fazla karakter tahliline girmek istemem; benim işim değil. Ancak aklıma gelenlerin pek de boş düşünceler olmadığını seziyorum.
Hepimiz en az ikişer hayat yaşıyoruz. Ama yaratılış gereği bunu kaldıramıyoruz. Yaşadığımız dünya ancak ikiyüzlü bi hayat sağlayabiliyo bize. Bi tanesi gözümüzün önüne çekilip gerçek denen ama külliyen yalan olan perde, ikincisi ise "biz" olan gerçek ama tali dünyamız.
Yalan olan dünya, maddi -daha doğrusu "mali"- dünya. Hayatımız için para kazanmamız gerektiği bir gerçek olmakla beraber, bu para denen araç sonunda hepimiz için amaç oluyo, oldu bile. Başarının kıstası bile çoğu zaman içinde hissettiğin tatmin duygusu değil, eline geçen nakitle ilgili maalesef. Maaşın iyiyse başarılısındır. Dükkanın iyi kazanıyosa başarılısındır. İçinden geçenler değildir seni başarılı yapan. Mutluluğu para ile satın alabileceğimize dair o kadar çok şey gösteriyolar ki, zaman içinde böyle sanıyoruz; beynimizin yıkanmasına izin veriyoruz. Ama bunun böyle olmadığını da o kadar iyi biliyoruz ki! Mali gücün iyiyse çevreye "mutluyum ulan" numarası çekebiliyosun. Çevre de "para mutlak mutluluk sağlar" yalanının içinde yüzdüğünden, sana imrenir. Dolaylı yoldan, yalan dünyadan "sen"e geçer ve memnun olursun. Çünkü insanlar sana imrenirler. Paran olduğu için değil, "mutluyum" yalanına inandıkları, daha doğrusu inandırıldıkları için.
İşte bu "gerçek dünya" şeklinde bize sunulan yalan dünyadır. Peki neden eşşek gibi parası olan insanlar da mutlu değildirler? Çünkü istediğin herşeye ulaşabilmek sana mutluluk sağlamaz. Mutlu olmak öyle bişey değildir. Tenden, deriden dışarda değildir o. Tamamıyla içindedir. Damarlarında akmaz. Eskilerin dediği gibi, kalbinde hissedersin. Yenilerin dediği gibi vücuttaki nöronlar arasında akan bilmemne şeklindeki elektrik sinyalleridir. İşte gerçek insanlık aslında budur. İçinde olan, dışındaki değil.
-----------
Kim bilir nereye varacaktım. Merak ettim valla.
04 Mart 2009
Büyüklere Oyunlar, Bölüm 1: Güvenlik Kontrolleri
Büyüklerin en çok severek oynadığı oyun budur. Ekseriye kocaman mekanlara, binalara girerken oynanması makbuldür. Oyun kuralları şu şekildedir:
a) Oyuncular: Oyun 2 grup halinde oynanır. Seçilen arkadaşlar konvansiyonel olarak "ebe" diyebileceklerimizdir. Bunlar siyah kıyafetler giyerler, üzerlerinde "güvenlik", "özel güvenlik" ya da daha atraksiyonlu oyun mekanlarında "security" yazar. Ellerinde mutelif ebeleme aletleri taşırlar. Diğer grup kıyafet konusunda serbest bırakılmıştır.
b) Oyunun kuralları: Oyunda ebenin sözü geçer. Onun söylediklerini harfiyen uygulamak oyuncuların görevidir. Oyunda, her zaman olduğu gibi ebe sobelemeye, oyuncular da sobelenmemeye çalışırlar. Ebe oyun süresince oyuncularla teker teker oynar; aynı anda bir ebenin 2 kişiyle oynaması yasaktır. Ebenin oyunu hızlandırmak adına arkadan gelen oyuncuya emir vermesi serbesttir. Oyunda müsaade almak, "don olmak", v.s. haklar oyunculara tanınmamıştır. Yer çekimi ivmesi 10 m/sn2, Pi 3 alınabilir.
Ebenin amacı oyuncunun üzerinde metal eşya yakalayıp sobe yapmaktır. Oyuncu ise teknolojiyi bilinci ve içgüdüleri ile alt etmek, ötmemeye çalışmakla görevlidir. Ancak ilk sobeden sonra oyun bitmez. Oyuncu sobelenmeyene kadar oyun aynı kişi ile devam edecektir. Ancak her sobeden sonra ebe, ceza olarak oyuncudan bişeyler isteyecektir. Oyuncu sobelendiği için ebenin isteklerini harfiyen uygulamak zorundadır; diğer tüm oyuncuların gözü önünde soyunması bile istenebilir.
c) Ebenin aletleri: Olmazsa olmaz aleti öten kapı kasası cihazı ve yine öten siyah el süpürgesi cihazıdır. Daha zengin büyükler X-Ray cihazını da oyuna ekler ve zorlaştırırlar. Arabayla oynanan oyunlarda kameralı gözlükler kullanılmaya başlanmıştır. Teknolojik gelişime açık bir oyun olduğu için, ebe sık sık yeni aletlerle oyunu daha zor ve eğlenceli kılmaya çalışır.
Örnek bir oyunla "kutu kutu pense"ye benzerliğe dikkat çekmek isterim:
(E)be: "Geç!"
(O)yuncu öter, sobelenmiştir.
E: "Üzerinizde metal eşya varsa çıkarın."
O eline gelenleri çıkarır ve tekrar geçerken öter.
E: "Kemerinizi çıkarın"
O oflaya puflaya çıkarır, geçer, cihaz öter.
E el süpürgesini O'nun üzerinde gezdirir, ayakkabılardan oink oink sesi gelir, "Ayakkabılarınızı çıkarın"
O ayakkabılarını çıkarır. Artık medeniyetin izleri üzerinden yavaş yavaş silinmektedir. Tekrar geçer ve öter...
Oyun bu sıra ile, ebe ya da kullandığı cihazlar tatmin olana kadar sürer. Hiçbi oyuncu da "gık" edemez, yoksa Türk Polisi yakalar...
a) Oyuncular: Oyun 2 grup halinde oynanır. Seçilen arkadaşlar konvansiyonel olarak "ebe" diyebileceklerimizdir. Bunlar siyah kıyafetler giyerler, üzerlerinde "güvenlik", "özel güvenlik" ya da daha atraksiyonlu oyun mekanlarında "security" yazar. Ellerinde mutelif ebeleme aletleri taşırlar. Diğer grup kıyafet konusunda serbest bırakılmıştır.
b) Oyunun kuralları: Oyunda ebenin sözü geçer. Onun söylediklerini harfiyen uygulamak oyuncuların görevidir. Oyunda, her zaman olduğu gibi ebe sobelemeye, oyuncular da sobelenmemeye çalışırlar. Ebe oyun süresince oyuncularla teker teker oynar; aynı anda bir ebenin 2 kişiyle oynaması yasaktır. Ebenin oyunu hızlandırmak adına arkadan gelen oyuncuya emir vermesi serbesttir. Oyunda müsaade almak, "don olmak", v.s. haklar oyunculara tanınmamıştır. Yer çekimi ivmesi 10 m/sn2, Pi 3 alınabilir.
Ebenin amacı oyuncunun üzerinde metal eşya yakalayıp sobe yapmaktır. Oyuncu ise teknolojiyi bilinci ve içgüdüleri ile alt etmek, ötmemeye çalışmakla görevlidir. Ancak ilk sobeden sonra oyun bitmez. Oyuncu sobelenmeyene kadar oyun aynı kişi ile devam edecektir. Ancak her sobeden sonra ebe, ceza olarak oyuncudan bişeyler isteyecektir. Oyuncu sobelendiği için ebenin isteklerini harfiyen uygulamak zorundadır; diğer tüm oyuncuların gözü önünde soyunması bile istenebilir.
c) Ebenin aletleri: Olmazsa olmaz aleti öten kapı kasası cihazı ve yine öten siyah el süpürgesi cihazıdır. Daha zengin büyükler X-Ray cihazını da oyuna ekler ve zorlaştırırlar. Arabayla oynanan oyunlarda kameralı gözlükler kullanılmaya başlanmıştır. Teknolojik gelişime açık bir oyun olduğu için, ebe sık sık yeni aletlerle oyunu daha zor ve eğlenceli kılmaya çalışır.
Örnek bir oyunla "kutu kutu pense"ye benzerliğe dikkat çekmek isterim:
(E)be: "Geç!"
(O)yuncu öter, sobelenmiştir.
E: "Üzerinizde metal eşya varsa çıkarın."
O eline gelenleri çıkarır ve tekrar geçerken öter.
E: "Kemerinizi çıkarın"
O oflaya puflaya çıkarır, geçer, cihaz öter.
E el süpürgesini O'nun üzerinde gezdirir, ayakkabılardan oink oink sesi gelir, "Ayakkabılarınızı çıkarın"
O ayakkabılarını çıkarır. Artık medeniyetin izleri üzerinden yavaş yavaş silinmektedir. Tekrar geçer ve öter...
Oyun bu sıra ile, ebe ya da kullandığı cihazlar tatmin olana kadar sürer. Hiçbi oyuncu da "gık" edemez, yoksa Türk Polisi yakalar...
27 Şubat 2009
Atatürk Neden Gülmekte?
Uzun zamandır yazamamıştım. Kısmet bugüne imiş.
Evet, yeni paralar çıkalı 2 ay oldu. İlk gördüğümde rahatsız olmuştum, şimdi rahatsız olduğumu tekrar fark ettim.
Bunca zaman Atatürk kitapları okudum, filmleri seyrettim, kara tahtanın üzerinde yıllarca bana baktı. Hiç bu kadar gülmemişti.
Atatürk güler yüzlü bi insan değil diye bilmiştim bunca zaman, kafamda öyle bi imaj oluşmuştu. Yanlış anlamayın, konu hassas olduğu için laf yanlış anlaşılır diye de bi yandan çekiniyorum. "Güler yüzlü bi insan değildi" derken bunu iyi / kötü diye derecelendirmiyorum, haddime de değil. Bir tespit sadece. Ama bu tespitte artık bi çatlak var zihnimin bir yerlerinde.
Vesikalık resim çektirirken hep bu tartışmayı yaşamışımdır. Eskiden adı rötüş olan, artık fotoşop olan bi işkence aletinden bahsediyorum. Tamam, bana yaptın, ona buna yaptın. Atatürk'e neden yaptın? Adam mezarında ters dönerdi bunu görseydi. Yazık değil mi? O koca kafanızın içindeki minik beyinlerin nasıl çalıştığını merak ediyorum.
Esas korkum şudur. Bizden sonraki nesiller, fotoşop gibi halka yayılmış bir resim programı benzeri ses ve görüntü editleme programları ile yaşayacaklar. O zaman kim bilir Atatürk'ün ata binerken çekilmiş renkli videoları nerelerde yayınlanacak.
Haa, benim "herşey böyle kalsın" gibi bi kaygım yok. Ama manipülatif olmaya da gerek yok. Adam gülmüyodu, bırak gülmemeye devam etsin para üzerinde. Yapmayın evladım şunu.
Evet, yeni paralar çıkalı 2 ay oldu. İlk gördüğümde rahatsız olmuştum, şimdi rahatsız olduğumu tekrar fark ettim.
Bunca zaman Atatürk kitapları okudum, filmleri seyrettim, kara tahtanın üzerinde yıllarca bana baktı. Hiç bu kadar gülmemişti.
Atatürk güler yüzlü bi insan değil diye bilmiştim bunca zaman, kafamda öyle bi imaj oluşmuştu. Yanlış anlamayın, konu hassas olduğu için laf yanlış anlaşılır diye de bi yandan çekiniyorum. "Güler yüzlü bi insan değildi" derken bunu iyi / kötü diye derecelendirmiyorum, haddime de değil. Bir tespit sadece. Ama bu tespitte artık bi çatlak var zihnimin bir yerlerinde.
Vesikalık resim çektirirken hep bu tartışmayı yaşamışımdır. Eskiden adı rötüş olan, artık fotoşop olan bi işkence aletinden bahsediyorum. Tamam, bana yaptın, ona buna yaptın. Atatürk'e neden yaptın? Adam mezarında ters dönerdi bunu görseydi. Yazık değil mi? O koca kafanızın içindeki minik beyinlerin nasıl çalıştığını merak ediyorum.
Esas korkum şudur. Bizden sonraki nesiller, fotoşop gibi halka yayılmış bir resim programı benzeri ses ve görüntü editleme programları ile yaşayacaklar. O zaman kim bilir Atatürk'ün ata binerken çekilmiş renkli videoları nerelerde yayınlanacak.
Haa, benim "herşey böyle kalsın" gibi bi kaygım yok. Ama manipülatif olmaya da gerek yok. Adam gülmüyodu, bırak gülmemeye devam etsin para üzerinde. Yapmayın evladım şunu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)