07 Mart 2014

Türkiye'de Ölmeden Önce İntihar Etmeniz Gereken 10 Yöntem

Vardır ya, ölmeden önce yapmanız gereken n tane şey, gitmeniz gereken n tane yer, zıçmanız gereken n tane hela serisi. Sektördeki açık gördüğüm bir noktayı tamamlamak istedim. Boşluk bırakmayalım.

1- Başbakanlık Konutu:
Başbakanlık konutu önünde kendinizi yakın. Sevdiklerinize bir mesaj göndermişliğin eminliği içinde yanmakta iken, ertesi günkü gazete manşetlerini düşünerek gülümseyin.

2- Golden Shot:
Tarlabaşı'ndaki kentsel dönüşüm için boşaltılmış metruk bir binanın eski tuvaletinde altın vuruş yapın. Cesedinizin bulunmasına kadar geçen zamanda yalnızlığın ve sükunetin tadını çıkarın.

3- Emniyetsiz Kaya Tırmanışı:
Emniyet ekipmanlarınızı "atın ölümü arpadan olsun" diyerek yanınıza almayın*. Tırmanışın zirvesinde sağ elinizi saat yönünde çevirirken sol ayağınızı ters yönde döndürmeyi deneyin. Doğa gerisini halledecektir.

* Fiziksel olarak zirveye kadar tırmanış yapamayacağınızı hissediyorsanız zirveden iniş denemesi de yapabilirsiniz.

4- Motosikletle Otobanda Ters Yol:
Hız motosikleti ile otobanda U dönüşü yapıp gazı açın. İlk dakikada kaza yapmamaya çalışın ki, 250+ km/sa hıza çıkabilin. Ondan sonra karşıdan gelen en sevdiğiniz renkteki aracın içinden geçmeye çalışın.

5- En Az 2 Tane 100 Katlı Bina:
Sabahın erken saatlerinde, rüzgarsız bir havada en az 2 tane 100+ katlı binadan atlayın. Mümkünse biri kuzey, biri güney yarım kürede olsun. Düşerken yanınızda bulunacak hassas ölçü aletleri ile Coriolis etkisinin düşey eksende yarattığı sapmalarını hesaplayabilir, bununla ilgili bilimsel makale yayınlayabilirsiniz.

6- Kızgın Yağda Pişin:
Bu kaleler kolay mı alındı sanıyorsunuz? Atalarımızı yad etmek, onların acıları ile kavrulmak için Viyana kapılarındaki askerler gibi kazanda kaynattığınız tereyağı üzerinize dökün. Tercih edenler kazanın içine atlayabilir, ya da yağ ile birlikte ocakta pişebilirler.

7- Zehirli Mantar:
Ormanlık alanda mantar toplayıp yiyin. Mantar konusunda cahilseniz şansınızı azaltabilirsiniz; önce araştırın.

8- Dolu Tabancayı Temizleyin:
Arka sokaklardan kolayca edinebileceğiniz bir tabancayı, şarjörü dolu ve ağzına mermi verilmiş şekilde temizleyin. Namlunun sürekli size baktığından emin olmanız şansınızı arttıracaktır.

9- Bayat Balık + Yoğurt:
Uzun yalnız haftasonlarında deneyebileceğiniz bir faaliyettir. Zehirlendikten sonra kimsenin size ulaşamaması için gerekli önlemleri önceden almanız sonuca ulaşmanızdaki önemli etkenlerden.

10-Şemsiye:
Çocukluktan kalma bir hayali gerçekleştirin ve uçaktan şemsiye ile atlayın. 

Kadınlar için Bonus:
Evlenin, kocanızın başının etini yiyin. Annenizin eşinizi sık sık aramasını, haftada 3 günden ve yılda toplam 5 aydan az olmamak şartıyla evinizde kalmasını sağlayın. Evliliğinizin özel günlerinde evinizde bulunması konusu önemlidir. İşgüzar bir erkek kardeşiniz varsa işleri hızlandırabilirsiniz. Önceden yapmış olduğunuz dolduruşa getirilmiş çocuklarla şansınızı arttırabilirsiniz.

Aktivistler için Bonus:
Elinizde oyuncak tabanca ile karakol basıp özgürlük istediğinizi haykırın.

30 Ocak 2014

Uzaydan Gelen Adam

***Sponsored Blog by Akbaş İnşaat***

Bir gün gelir, bir insan tanırsın. Üzerinden zaman geçer bu tanışıklığın. Arkadaş olursun. Sonra bir süre daha geçer, dostun olur. Üzerinden zaman geçer, bir de bakarsın, her gün görüşmek istersin.

Beytullah...

Adam vardır, yürürken önünden geçer. Adam vardır, yanından geçerken çarpar. Adam vardır, senden sadece alır. Adam vardır, içinden geçer ve sadece verir.

Beytullah...

Canın sıkkındır, çok kötü hissediyorsundur. Hiçbir şey yapmak istemezsin. Nefes almanın ağır geldiği günler yaşarsın. Hayatında yolunda giden birşey bulamazsın. Somurtmaktan, bıkkınlıktan, dişlerini sıkmaktan başın ağrır. Bir ara arkadaşına uğrarsın, sadece geçerken. Birden başının ağrısının geçtiğini farkedersin, gözünden perde kalkar gibi ağrı yok olur. Peşinden dişlerini sıkmadığını farkedersin, somurtmadığını.

Beytullah...

Çok insan tanıdım. Ama çok az insanlıktan anlayan insan tanıdım. Hatta "insanlıktan anlayan insanlar" grubu kurmak istiyorum ki, bu ayrı bir konu. Uzaydan Gelen Adam'dan bahsetmem lazım. Biraz bahsettim az önce. Ama hissettiklerim yazabildiklerimden o kadar fazla ki!

Adam modumu düzeltiyo, karnımı doyuruyo, ihtiyaçlarımı görüyo (henüz Sefaköy'e gitmedik ama gideceğiz inşallah), muhabbeti süper. Bana tok karnına yemek yedirebilen dünyadaki tek kişi olduğundan uzaydan geldiğinden şüpheleniyorum.

Yüzünü görünce kendimi iyi hissediyorum. Bunu bana yapabilen 3 kişi var sanıyorum. En sık görüştüğüm Beytullah.

Kulağımı ısıran başka kimse yok. Genel olarak beni ısıran kimse yok. Muhtemelen gezegenine götürmek için kulaklardan doku örnekleri alıyor. Alsın, helal olsun.

Alıngan mı? Kimine karşı evet. Adama demediğimi bırakmıyorum, gıkı çıkmıyo. Yani, çıkıyo da, hepsine gülerek karşılık veriyo: "Şaftına vuriyim Onur!"

Çay ısmarlıyo. Durmadan. Ve durmadan da sigara. Kaza eseri içmek istemediğini söylersen alacağın tek cevap var: "Zigiç". Ve peşinden kahkaha.

Çok küfür ediyo. Ama alışkanlıktan. Bu kadar küfür edip içinde zerre kadar kötülük barındırmayan adamdır. Bu kadar küfür etmesinin bir tek sebebi var, biliyorum, ama buraya yazamam.

Adam vardır, seni sever, adam vardır, sen de onu seversin. Beytullahsa eğer konu, sen onu seversin, o da seni. Beytullahsa eğer konu, geri kalan teferruattır.

25 Ocak 2014

Yatakta Şarap Sigara

Başlıkta şarap yazarken "arap" geldi aklıma. Ama ben arap olmama rağmen biracıyım daha çok. Efes, kutu olsun. Şişe severim ama sonra bakkala gidip depozito (Türkçesi ne bunun?) almaya / vermeye üşenirim. Geri dönüşüme (recycle diyollar) götürmeye de. Genelde üşenirim. Konudan da koparım hızlaaaaa...

4 yıldır evliyim. Saçımı süpürge ettim desem yalan olmaz. Bir gece, sabah karşı 4'te benim şoför beni makinenin önünde yerde yatarken bulmuş, yalnızım içerde. Elektrik çarptığı ve öldüğüm aklıma gelen ilk şey. Benim de aklıma aynısı gelirdi. Ama peşinden gidip arabada sabaha kadar uyumaz, gerekirse camı, kapıyı ve hatta duvarı kırıp içeri girerdim. Neyse. O dönem öyleydi. Gündüz çalış, peşinden gece de. Arıza zaman alsın, ertesi gün devam et çalışmaya, olayı çöz, 36 saat, çoğu ayakta. Akşam otobüsle Sakarya'dan İstanbul'a. Çoluk çocuğu topla, durmadan geri Sakarya'ya, kişi seni bıraksın fabrikaya, ertesi günkü iş için kalıp değiştirmeye çalışırken makinenin önünde uyuyakal, 18-19 anahtar ile 22-24 arasında, allen anahtarların üzerinde... Bu gözler neler gördü, bu kulaklar neler duydu, bu kafa nerelerde uyuyakaldı. Çoğu zaman son cümlenin son kısmı söylenmez, bir de sonraki paragrafın ilk cümlesi...

33 yaşında yorgunluktan uyanamayıp gece altıma çiş yapmış olma vakam toplam 2 kere olup, halen utançla mı yoksa gururla mı yoksa salaklıkla mı ve -doğrusu- aptallıkla mı anacağımı bilemiyorum. Anacağım deyince aklıma anacığım geldi. Blogumu bilmiyo. Gerçek kendim olup gerçekten 2 kişi hariç herkesten saklanabildiğim yer. Oha, süpermiş!

...ve cidden tuvaletin yerini şaşırdım lan! Bu nası şarap?!?

Yatakta şarap ve sigara konusuna dönersek, 4 senedir ilk defa evin içinde sigara içiyorum, ilk defa yatakta içki içiyorum, şu anda ikisini birlikte yapıyorum ve kucağımda bilgisayar internete boş data yükleyerek "generating uninteresting knowledge" yapıyorum (tırnak içindeki tabiri arattım, google'da yok; okuyanlardan biri bunu fenomen olarak yayarsa küllerime referans versin; muhtelif varyasyonlar da yok google'da, bildiğin tez konusu abi bu generating interesting knowledge).

Neyse ne, 4 yıldır süren var olmayan ama kara bulut gibi çöken baskılara boyun eğme dedim. Tabi bi de kılıbık olmanın verdiği eziklikle (bütün evli erkekler kılıbık bu arada, ataerkil gibi görünen anaerkil toplumuz, bunu da yazmam lazım bi ara; gerçi Tyler tek cümlede ifade etmişti) ve evde yalnız olmakla beraber şarabın daha sonra vereceği cesarete güvenerek: "BEN DE NEFES ALIYORUM, BENİM DE DUYGULARIM VAR, BENİM DE FİZİKSEL İSTEKLERİM ve BAĞIMLILIKLARIM VAR".

Oh be.

Tuvaleti bulamazken nasıl düzgün yazıyorsun diyene (biri beni uyarsın, "de"ler doğru mu, "ki"ler filan?):
1- Disiplin (obsesifim bu konuda, doğrusunun bu olduğunu düşünüyorum)
2- Zaman (her kelimeyi 2 kere silip düzeltiyorum, doğrusunun bu olduğunu düşünüyorum)
3- Bittikten sonra 3 kere okuyorum. Çoğunlukla yazdıklarımın hepsini siliyorum. Üzerimde zerre kadar ABD-vatandaşı-kendine-güveni yok. In anyone we trust. (doğrusunun bu olduğunu düşünüyorum).

Ev Yapımı Şarap

Oy anam oy desem yeterince açık olur mu? Olmaz di mi?

Bulgaristan göçmeni, daha detaylı olarak Naim Süleymanoğlu ile aynı dönemde gelen ve sanyi elektriği konusunda memlekette eline su dökebilecek çok az insan olduğunu düşündüğüm (mühendisim la ben de, düşünebilirim bunu tabi) Hüseyin Abi evde şarap yapmış. Bi şişe de bana verdi. Salı günü galiba.

2 litrelik Fruko şişesinde. Yarın iş yok diye içeyim biraz dedim. Şimdi beklenti benim şişeyi bitirdiğim ve süper olduğum üzerine kurulu olabilir. Mamafih, Fruko etiketinin üst çizgisine gelemedim ve süper oldum. Oy ki ne oy...

En sevmediğim facebook'ta (madem sevmiyosun neden takılıyosun sorusunun cevabı şimdilik -yalnızca şimdilik- yasal uyuşturucu olduğu için kullanmaktayım) en olmadık insanlara olmadık cinsel tacizler içine girdim. Ve sahte hesap RULEZ!

Nitekim devlet babanın internet üzerindeki sansür politikası sebebi ile içimde büyük bi ateş vardı. TRT'nin artistik patinaj yayını konusundaki kararsızlığı beni ateşledi, Ekşi Sözlük'teki bir yazı da beni patlattı. Durmadan porno üzerine konuşmak, porno tiyatrolarının oynatılmasının desteklenmesi, sinemada porno oynatılması, anaokullarında "eğitim" adı altında porno film seyrettirilerek (ele yüze, sağa sola boşalma sahneleri dışında) gençlerin erken gelişimlerinin desteklenmesi ve "siz işte böyle var oldunuz" temasının pekiştirilmesi konusunda süper destekler vermek, jöleli gibi Bağcılar Belediyesi sponsorluğunda ilçenin en büyük salonunda çıkıp bu konu ile ilgili konuşmak ve verdiğim örnekleri gerek slayt, gerek vine, gerek -nispeten- uzun metrajla desteklemek filan filan gibi çoook şey istiyorum. Esenyurt Belediyesi de olur, eve daha yakın. Bu kafayla şimdi otobandan Bağcılar'a üşeniyorum.

Normal bu. Ben Clémentine dizisini seyrettim; herkesle beraber TRT'de -evet aynı TRT-. O dönem gelişme zamanımdı, 7 yaş ve biraz öncesi. Karakterin patlayıp ömrünün sonuna kadar eline vereceği dönemler. Verdi de... Vaadedilen ile gerçekleşen arasında bi fark yok. Onun için ne intiharı düşünürüm, ne uyuşturucuyu. Ben vaadedileni aldım. Evkur kadar güvenilir bir hayat. Elimde at yarraa var, yer misin?

22 Ocak 2014

Deneme

Ülkeyi bu kadar zorlayan bir ahval ve şerait içinde bizim gibi sade vatandaşların kendilerini atabilecekleri son liman mizahtan başka ne olabilir diye düşünürken karşıma çıkan komik karikatürler, yazılar, asparagas haberler ile neşemi bulmak üzere iken çıkan makine arızaları ile üstüste binen alacakların borçları karşılamamasını müteakip sürekli bir parasızlık ile vergi ve ssk borçlarının birikmesi ile sonuçlanan geri gidişe bir dur deme vazifesi ile işletmeyi satmayı denemem ile hüsrana uğramam arasında geçen 2 haftada eve gitmek istemeyen bünyeden işe gitmek istemeyen bünyeye terfi edişin bilinci ile içine gireyazdığım depresyonvari ruh halimi açıklamaya çalıştığım evdeki ses evdeki ses bam bam eşimden yediğim sessiz ama etkili zılgıtlar ile onun hayattan beklentileri ile benim içinden çıkmaya çalıştığım bataklığın uzaktan yakından ilgisinin olmamasının açık seçik şekilde toplam 65 karakterle bir sms içinde belirtilmesi ile eşiğinde bulunduğum depresyonel baskıya artık direnemeyerek içine düşmemle sonuçlanan olaylar silsilesi ile arkadaşsız kalmışlık yalnızlık ve konuşacak insan bulamayışın neticesinde kendini iyice kendine kapatan karakterimiz yani ben kaldırımda var olan global tüm trafik kurallarına uyarak yürürken gözümden damlayan o tek damla yaşın bedelini kimin ödediği ile kimin sebep olduğu sorularına kendisinden başka cevap bulamadığından artık içine düştüğü bu durumda ölünün üzerine kürekle toprak atılması gibi depresyon örtüsü ile de örtünce önüm arkam sağım solum depresyon olması ile birlikte artık ne yapmam gerektiğini çok iyi bilmekle hiçbirşey yapamıyor olmak ayrışımını dahi bilerek kıpırdayamadığımdan filhakika kıpırdadığım bugünkü son durumda gerek ticaret odasının iç tetkik prosedürleri gerekse de esnaf ve sanatlarlar birliğinin istanbul merkezindeki ve ankaradaki konfederasyonunun ilgili bölümlerinin karşılıklı zıtlaşmamıza rağmen her seferinde telefonu açmazlıktaki başarıları beni kendimle ilgili sürekli şüpheye düşürürken arada bir kendime karanlığın en yoğun olduğu zaman şafaktan önceki zamandır diye yalan söylememle birlikte o şafak 4 yıldır hiç sökmez ve ben aynı batak içinde hiç durmadan kendimi tüketirken boş zaman özlemi ile yanıp tutuşur ve boş zamanlarımda sike sürülecek iş yapmazken başımı alıp bedenimden ayırıp gezmeye gönderme arzusu aradaki boyun bağlantısının tekrar birleşmezliği tereddütüyle arada kalmış olmaktan sebep varoluşumu sorgulamamın artık ergenlik çağında olmadığım için saçmalığı ile dine dönüş ile ateizm arasındaki gelgitlerin de eklenmesi sonucunda yine yeni yeniden kıpırdayamamak ve esasen şartların o kadar sıkışık olmadığının farkında olmakla birlikte kendi kendini bu derece köşeye sıkıştırabilmekteki insan ötesi başarının çağımızın bir hastalığı olup olmadığının analizi ancak insanlarla münakaşa, münazara ve müsterih bir düşünce ile ortamdan uzaklaşmak iken bir ortama sahip olamamanın verdiği coşkun eziklikle birlikte ezelden var olan aşağılık kompleksini bir arada taşımak 54 kiloluk vücuda ve 1.4 kg'lık beyine ağır gelmezken uzun namlulu tüfekle 10km koşan komandonun son dakikalarda yıkılma hissi gibi ben de artık yıkılma hissi içinde cesaretle boğuşmakta iken o şanslı komando gibi mesafeyi bilerek değil bilmeyerek koştuğum ve taşıdığımdan kelli yıkılıp yıkılmama kararı arasında gidip gelerek, zaman zaman çölde serap gören susuzlar gibi olup, aynı zamanda çölü geçmek için su aramak değil susuzluğa alışmak gerektiğini de bilerek, kısacası her bi boku bilip her bi boktan haberdar olup dakikası dakikasına ne yapılması gerektiğini ve çizdiği rotanın sonunun nereye varacağından hemen hemen emin olup bi sik yapmadan mal gibi oturmayı tercih edip ve bunun da sonunun ne olacağından adı gibi emin olup, aslında hayatın o kadar da karmaşık olmadığını bilip, evet evet bunu da bilip, yine de koyun gibi otlayıp kesileceği zamanı beklemek gibi hiçlikler ve tümlükler arasında dolanan kişiyim.

Çok yorgunum. Kafam çok yorgun.

07 Ekim 2013

Adam Bana Dedi Ki...

..."Merak etme abi, yardım ederim" ve kolumu okşadı. Aradığım güçlerden
biri. Kendime geldim, kendimden geçtim.

Kafam o kadar farklı yere gitti ki aynı anda, ama en çok Zeynep'e.
Zeynep bana bir gün deseydi ki "merak etme, yardım ederim" ve sonra
kolumu okşasaydı, o zaman hayat daha güzel olmaz mıydı? Havalara uçmaz
mıydım? Mutlu olmaz mıydım? Olurdum. Biliyorum. Kendimi de biliyorum,
iyi de tanıyorum. Ama demedi. Hiç.

Yine de çok katı olmak lazım. Daha katı. Sert. Ne kadar uysal olduğunu
kimsenin anlayamayacağı kadar sert. İçinde kalsın uysallık, yumuşak
başlılık. Özür bile dilemeyeceksin kimseden. Sadece hakeden 3-5 kişi
bilecek gerçek seni. Başkası değil.

26 Temmuz 2013

Dal

...ve tüm bu dandik dertler içindeki gerçek derdi atladık hep... Dedi ki bana, iş dedi, güç dedi, yürür gidersin dedi, falan dedi, filan dedi.

Ama bilemedi ki, cebinde 10 lira, bankada hiç lirası varken çokbin lira ödemesi gerekliyken bile derdi bu değildi. İnsan aradı hep. Hepsini en başarılısından kaybetti. Kendini bilmedi ki, kendini bile kaybetti. Ne istiyodu ki? Ne istediğini bilmesi gerektiğini bilemedi. Söylemediler. Ne istediğini değil, ne istediğini bilmesi gerektiğini söylemediler. Yap dediler hep, yaptı. Sadece bu yüzden olmadı hiç. Biliyorum ki olmayacak hiç. Elindeki oyun hamuru ile motor tamir etmeye kalkarsan yapamazsın ki. Bulaştırırsın sadece. Hamur da kalmaz en son. Avuçlarına bakarsın, ellerindeki çizgilerin arasında kalan hamur parçalarını görürsün, yağlanmıştır hep, artık ayrılmaz birbirinden. Var olan da bitmiştir artık. Hiçten bile daha azı kalmıştır elinde. Belki biraz kan, biraz pislik.

Ama yılmaz bir savaşçı olabilirsin. Devam edersin. Üstüne üstüne gidebilirsin. Yapamayacağın öngörüsü ile gidersin. Alet kullanmaya başlayabilirsin. Öğrenirsin. Değişirsin. Sonunda bakarsın, sende olmayan şeyi var edebilmişsindir, artık tamir edebiliyosundur belki. Sonra yerdeki hamuru görünce ağlarsın ama. Artık onu yoğuramayacaksın. Yaratma kabiliyetini yok etmişsin. Hangisini istemiştin peki? Hamurla mı oynamak, motor tamir edebilmek mi? Kendini kaybettin işte.

Kiminle konuşacağım? Kimseye bişey anlatmak istemiyorum. Anlatmak istediğim anlamıyor. Hem de hiç! Nasıl hiç anlarsın? Belki hep anlıyodur, hiç anlamış gibi davranabilecek, öyle bakabilecek, öyle konuşabilecek kadar kabiliyetlidir. Yok olma isteğime ket vurmak içindir hepsi, bir oyundur. Hiçimle oynuyordur. Eğitimini almış, kursuna gitmiştir. Sonra Onur susar. Susunca hiç olmaz. Sana yoruma başlanır, istemişsin gibi. Herkes dinlenmek ve anlaşılmak ister. Ben de, farklı değilim. Sadece dinletebilecek motivasyonum yok. Olanlara müthiş hayranım. Susmadan, konuşurken nefes alarak devam edebilenler var. İnanılmaz. Belgesel kanallık tam. Araştırıp program yapılmalı, istiyorum, yapılsın. BBC buna kaynak ayırmalı, üniversiteler tez konusu yapmalı. Herkes aynaya bakmalı, sonra da yazmalı. Sonra hepsi tezden tez elden çakmalı. Sürünmeli. Ve dinlemeyi de öğrenmeli. Dinleyene yüklenmemeli, hak verebilmeyi filan.

Bana anlatıyolar hep, her zaman, durmadan. Konuşmak zorunda mıyım? Sen konuşmak zorunda mısın? Sen de sus, susabilmek için çaba harcamana gerek yok. Merak etmiyorsan, merak etmeyebilirim. Akıl mı veriyorsun? Konuşmadığım için aptal mıyım? Evet, aptalım. Akıl da istemiyorum. Konuşmak istiyorsan, arkandan el sallamak istiyorum. Sensiz de konuşabiliyorum ki ben!

Müzik dinlemek, içki içmek istiyorum. Sonra da yazmak istiyorum. Ama yazamıyorum ki... Ne yazacağımı bile biliyorum. Hayatımı siktin attın Onur. Seni hiçbir zaman affetmeyeceğimi biliyor olmalısın. Yok ol, senden kurtulayım, senin de arkandan el sallamak istiyorum.

Kendimi sonuna kadar anlatmak istediğim biri var. Susup dinlesin sadece, kafa sallasın. O da ikinci cümlenin bitmesine kadar sabredemiyo, ona da susuyorum, alev alev yanarken sessiz kalabiliyorum. Hayatta başarabildiğim en önemli şey, en büyük meziyetim bu benim. Her şart altında, karşımdakine ve hatta kendime rağmen susabilmek. En sevmediğim atasözü "sükut ikrardandır". Susuyorsam anana saymamak için de olamaz mı belki acaba hiç?

O biri beni dinlemeyecek hiç, biliyorum. Çok acı. Beni tanımayacak. Böyle sürsün dostum, ne farkeder ki? Biri seni anlasa ne değişecek? Sen farklı mı olacaksın, nedir yani?

Evet, daha mutlu olacağım. Kendimi güvende hissedeceğim ...belki. Bilmiyorum ki. Öğrenemiyorum bile. Öğrenilebilir, ama o zaman da doğal olmaz. Olmasın anasını satayım. Kabul et artık Onur. Sonra da kendinle yüzleş dostum. Ergenlik çağında gibisin, ya da hiç girmedin, ya da hiç çıkmadın. Öl ulan.

Ya rab bana tutunacak bir dal...

13 Mayıs 2013

Kara Kök

"People are always askin' me if I know Tyler Durden" demiş bir büyük düşünür. Bana da uzun bir süredir "Orhan Abi'yi gördün mü?" diye soruyorlar. 2 tane Orhan olunca işler sarpa sarıyor. Bankadan arayanı mı istersin, iş yaptığını mı, eşi dostu akrabayı mı...

Neyse, konu ile alakası yoktu üst kattaki paragrafın. Nitekim bana olur olmadık zamanlarda olur olmadık sorular geliyor durmadan. Az önce imalatta 2 arkadaş birbirine bağırıyodu, ne var diye bakmaya gittim. Kan akması durumunda birinci derecede sorumlu olduğum için en azından sebebini bileyim diye... Kare kök konusunda birbirlerine kızmışlar. Bir tanesi kare kökü anlatmaya çalışıyor, diğeri anlamamaya çalışıyor. Zor bir pozisyon tabi. Konuşma duyma mesafesine girer girmez anlamamaya çalışan arkadaş "Onur Abi karakök ney?" diye sordu bana. Ben de ne demek istediğini anlamaya çalışır bir bakışla bakmış olmalıyım ki, "mesela 2.3'ün karakökü ney?" diye sordu. 1.516... gibi bişeyler olduğunu gösterdikten sonra "yani yarısı" dedi. Neyse, uzatmayalım, anlattım. Anladı. Sonra benden önce anlamamaya çalıştığı arkadaşa dönüp, "hadi sen şimdi şu makinenin karakökünü al da işimize bakalım" diyerek konuyu bitirdi.

Ha, bi de Iron Maiden geliyomuş. Lütfen sahne önünü ilkyardım bilen arkadaşlara ayıralım. Malum, amcaların yaşı Türkiye'ye göre oldukça geçkin. Yaşıtları belediyenin Emekliler Kafeteryası'nda oturup lak lak yapıyolar. Dünya değişik yer...

04 Mayıs 2013

İnsanoğlu Kuş Misali

Bir arkadaşım var İzmir'de. Her gün görmek istediğin insanlardan. Ama senin görmek istediklerinden olmayabilir. Senin istediğin ile benimki aynı mı be Onur? O da bana çok iyi davranıyo. İnsan olduğumu hissettiriyo. Sağolsun varolsun.

Beni en çok fırçalayan işyerindeki ustamız Osman Abi. Hemen hemen aynı yaştayız, o bana saygıdan, ben ona saygıdan, birbirimize hep abi... Neden elinle uğraşmıyosun, neden yemek yemiyosun, neden kendine bakmıyosun, neden yağa pisliğe bulaşıyosun... Hep fırçalıyo. He, bi de kilo vermeye çalışıyo. 102 kiloydu, ben 55. Çok uğraştı, 100'e düştü. Ben hiç uğraşmadan 50 kilo oluverdim. Kızdı bana. Hakiki manda derisi kemere gözünün yaşına bakmadan 4. deliği deldiğim için mi, onun hakkını yiyerek daha fazla zayıfladığım için mi anlamadım. Osman Abi, çiğnediğini yutamamak eğlenceli bişey değil, valla bak.

Florya Beşiktaş hattında çalışan bir arkadaşım var. En eski arkadaşım o benim. Seyrek görüşürüz ama birbirimizden haberimiz olur. Her telefon konuşmasından sonra o 2-3 gün içinde buluşmaya karar veririz. 2-3 ay oldu heralde, görüşmedik. En son dut gibi sarhoşken aramıştım galiba. Sonra da Florya'daki evine gitmiştim. Babası aile dostu, bişey demedi. Arkadaşım beni ayıltana kadar çok kahve verip çok dinledi. Yazık. Sabır işte, Allah birinden alıyo diğerine veriyo.

Burda bi komşumuz var. Deli. 13 sene olmuş. Hala deli. Ortak olduğu firmadaki hissesini devredip 18'lik kızları kovalamaya başladı. Şimdi Rus bir kız arkadaşı varmış. Fesuphanallah. Eski motosikletim 190'ı geçmiyodu, hafif kalıyodum. Beraber binip 210 yapmıştık. Deli işte. Motosiklette arkaya binilir mi hiç? Deli.

Bakkal vardı bi tane de. Az attığını hiç duymadım. Altılıda yine 5'te kalıyo her gün. Başka bir gün Çerkezköy'den bir arsayı 2.000.000$'a TOKİ'ye satıyo, olmazsa Ağaoğlu'na filan teklif ediyo. Başka bir sabah oluklu muhavva fabrikası, akşamında ciklet fabrikası kuruyo. Neyse, bakkal el değiştirdi, şimdiki bakkal sadece antidepresan kullanıyo, bi de soğuk bira satmayı göze alıp dolabı çalıştıracak kadar müsrif.

Çok atan, üstüne üstlük yalancı bir eleman daha var. Bira içiyo 2 tane, kıçı kalorifere değdiği için sıcakta 6 bira etkisi gösteriyo, üzerine iddia kaybedip 10 tane tekila içiyo, sonra rakıyla devam edip bilmemne bilmemne... Sanki alkol muayenesi yapıyorum, ya da iddiam var bu konuda. 1.5 birada kafa sağa yatıyo benim. Allahın manyağı. Bunların ilacı metil alkol.

30 yıllık evliliğini bitirip kuzeniyle evlenen bir tanıdık da var. Hepimiz aynı oksijeni tüketmiyoruz sanırım.

Pepee'nin  ninesini iğfal edip dedenin balonu ile uzaya göndermek isteyen, ertesi gün Müge Hanlı (Namlı, Mallı, Ballı, her ne ise)'da ağlaya ağlaya aranmasını isteyen bi tanıdığım da var. Aynı vücudu paylaştığım... Bi de kurban bayramında Teletubbie kesmek istermiş. Adak olmaz diyolar Teletubbie için. Fetva almak lazım.

Haseki Hastanesi'nin arkasında, biraz üstte Keyci Hatun Mahallesi vardır. Mahallenin aynı isimli bir de minik, bıdık bir camisi. Bir de zamanında bir müezzini vardı. Abdest bozan modeli. Sabah ezanı okurken mikrofona doğru balgam çıkarma sesleri, geniz temizleme sesleri... Dinden soğuma dönemime denk geliyo olması tesadüf mü?

Caminin bizim sokakla birleştiği köşede Hayat Eczanesi vardı. Orada çalışan beyaz saçlı, bordo Şahinli adamı hiç sevememiştim. Ölmüştür belki, Allah rahmet eylesin.

Biraz daha yukarda, Cerrahpaşa Caddesi'ne doğru bi bakkal vardı, Bilal Abi. Hayatımda gördüğüm en temiz insanlardanmış, zaman geçtikçe anlıyosun tabi. Son gördüğümde kapatmış, arka sokaktaki bakkalda çalışıyodu, bunu göreli 10 sene oldu heralde. Saçları akça olmuştur artık. İşletmelerin borçtan değil alacaktan battığını ondan öğrenmiştim.

Onun yukarısında bi bakkal daha vardı. Bilal'den çok daha eski. Ahmet Amca olabilir. Adamla alışverişimi pek hatırlamıyorum. Ama şöyle bir hatıram var o bakkalda. Ezelden beri canım bişey çekmez. Bi kere çubuk kraker çekmiş. Zuladan almışım 25 - 50 kuruş, artık neyse, soluğu bakkalda almışım. Karısı var. Bana kızmıştı, "bişey alacağınız yok, paralar bitsin diye geliyosunuz" demişti fahişe ruhlu. Meğer bozuk paralar değişiyo muymuş o ara, tedavülden mi kalkıyormuş, bişey vardı. O zamandan beri canım bişey çekmedi. Aldıysam da yiyemedim.

Hayat Eczanesi'nin altında, yarım bodrum gibi kalan bir bakkal daha vardı. Anasını eşekler kovalasın. Hiç aklıma gelmemişti köpoğlusu. Eski Türk filmlerindeki hacı karakteri bu adamın hacca gitmiş halidir. En son 10 yumurta almaya gitmiştim. Evde annem yumurtaları dolaba koyarken "A-aaaa" diye şaşkın bir çığlık attı. Adam bana 9 yumurta + 1 tane kabuk satmış. Valla öyle. Yumurtanın içi boştu. Bi kenarında minik bi delik vardı. Adam içindeki embriyoyu çaldı, böbreklerini satacak demiyorum. Abicim teker teker poşete koyduğun yumurtanın içinin boş olduğunu anlamıyosan o sırada kafanda uzay fiziğini filan çözüyor olman gereklidir; benim lügatta böyle yazar. Anasını eşekler kovalasın.

Daha çok var.

19 Nisan 2013

Şahin Dönüşü

Ben ilkokul 2, 3 ve 4'e giderken Şirinevler'de oturuyorduk. Mahallede bisiklet çok moda idi. Bir de çok sık geçen kamyonların altında kalmamaya çalışıyorduk.

Bir dönem Şahin diye bi çocuk türedi mahallede, ortalamadan daha büyük yaştaydı. Sarı bi bisikleti vardı, yeni bir bisikletti. Yanlış hatırlamıyosam, kadrosunun üzerinde vitesi vardı, çok artistik bi bisikletti. Durunca "çıt" sesi ile vites değiştirirdi. Sanki araba... Ama bilmiyoduk tabi sistemi. İlk gördüğüm vitesli bisiklet olabilir. Abim daha iyi hatırlar.

Bu Şahin denen çocuk muhtemelen geldiği mahallede arka kaydırmayı öğrenmiş, bizim mahallede "ben buldum" diye hepimizi keklemişti. Düz gidip hızlanıyosun, sonra arkayı kaydırarak 180 derece dönüyosun. Arka freni sıkarak. Bildik bir hareket.

Abimle benim de bir tane Cevher marka bisikletimiz vardı. Dolma lastik. Minicik bişey. Ne makineydi ama! Hızlanana kadar bacaklar ağrır, biraz sert dururken takla atar. Takla atar dediğim, sağa sola değil, seninle beraber öne doğru... Bi tek ön fren vardı. Fren analog gibi değil, dijital gibi çalışırdı. Yani freni az sıkabilmek biraz maharet isterdi. On - Off gibi çalışırdı. Muhteşem bi dinamik tasarım... Ama mahalledeki Şahin Dönüşü furyasına biz de katılmıştık.

Dolma lastik, bi tek ön fren ile abimle ben de Şahin dönüşü yapabiliyorduk. Çoğunlukla. Dizlerimde hala Şirinevler asfaltının izleri var. Sabah işe gelirken bu aklıma geldi.

Sonradan Şahin'le bi kere konuşmuştum. Piçin teki. Şimdi gelse dükkanda çay bile taşıtmam. Hey gidi hey!

Abime sevgilerle...