26 Aralık 2011

Güdü Serisi - Uyku

Az önce bir arkadaşıma telefonda nasıl birilerini öldürüp yakalanmayabileceğime dair heyecanlı heyecanlı hikayeler anlatırken karşıdan ses gelmediğini farkettim. Uyumuş HAHAH.

Buradan 2 sonuç çıkabilir:

1- Cidden beni ve/veya söylediklerimi sallamıyo.

2- Öyle enteresan bir hayatı var ki birilerini öldürmek, kaçmak, yakalanmamak planları filan son derece sıradan geliyor, ninni gibi. Ben TV'de prime time'da bişeyler seyrederken aynı duruma geliyorum. Prime time'daki salak şeyler bana nasıl sıradan ve ilgi çekmez geliyorsa, benim anlattıklarım da arkadaşıma öyle gelmiş olsa gerek.

Demek ki arkadaşım Mrs. Smith! Vay bee... 1. ihtimal daha olası HAHA!

24 Aralık 2011

Kutsal Kitap

Hani gavur ülkelere gidersin de otelde kalırsın ya. Odadaki bütün çekmeceleri açar kapatırsın, birinden birinde İncil vardır mutlaka.

Bir gün, hayat ne getirir bilinmez, olur da bir otel sahibi olursam, bütün odalara "Tehlikeli Oyunlar"ı koyacağım. Kendi yönetim odamda da her sayfasını tek tek çerçeveleyip duvarlara asacağım.

Gerçi odalara koymak için otel sahibi olmaya gerek yok, temizlik görevlisi de olabilirim. Ya da temizlik görevlilerini kandırabilirim. Biri Tyler mı dedi? Final rule...

23 Aralık 2011

Bir şeye daha kızıyorum

Hayatta tahammül edemediğim tek bir şey var sanıyordum. Meğer bir tane daha varmış.

Aptallığa tahammül edemiyorum. Tahammül edemiyorum demek, öyle menopozlu kadının tahammül edememesi gibi bir tahammül edememek değil. Sinirlerim geriliyor, kendimi tutamayıp patlıyorum. Ama nereye patladığıma o sıra dikkat bile edemiyorum. Çok kötü bir durum. Öyle tahammül edemiyorum yani. Normalde çok sakin ve neşeliyim. Bu tahammül edemediğimi bildiğim şey.

Yeni öğrendiğim şey ise yapanın yanına kâr kalması tahammülsüzlüğü. 3 gün önce bir arkadaşımın başına gelen olay sonrası öğrendim. O kadar sinirlendim ki, arkadaşımdan beter oldum, ertesi gün ise herşeyi bırakıp arkadaşıma bişey yapmadığı için bağırmaya başladığımı farkettim. Allahtan beni tanıyor ve seviyor. Yoksa ağzıma sıçması gerekir, ya da en azından "sanane lan, siktir git" demesi gerekirdi. Öyle kaybettim kendimi telefonda. İyi değil. Sonra düşününce, daha önce de böyle yapıp da yanına kar kalma durumlarını gözden geçirince, evet dedim kendi kendime, galiba ben buna da tahammül edemiyorum.

Umarım arkadaşım bişey yapar, ben de rahatlarım. Bencil bir istek değil, arkadaşım çok daha fazla rahatlayacak. O unutsa bile ben ona sık sık hatırlatacağım. Okuyordur belki yazdıklarımı. Unutma, unutsan da unutturmayacağım, tamam mı? Kim olduğunun farkında ol, ne gerekiyorsa yap. Acıma, acınacak hale düşürme kendini. İyi düşün, bir kerede yap. Yoksa sonunda ben yapacağım.

13 Aralık 2011

Kısa Günler, Günler Kısa

Günler, merdivenleri teker teker çıkıp inmeye engel olacak kadar kısa.

11 Aralık 2011

Hikaye

Yazmak istiyorum zaman zaman, hem de çokça. Hikaye yazıyorum. Birkaç
arkadaşıma ve kızkardeşime gönderiyorum. Beğeniyorlar. Ama benim
hikayelerim çok kısa. En uzunlarından biri 3 sayfa, ama fikir Stephen
King'de olsa aynı şeyi 300 sayfada anlatırdı. Gereksiz.

Bir açıdan da Fahrenheit 451 geliyor aklıma. Hani çok şey kısaca
veriyolardı halka. Ama yine de daha kısa olanın daha etkili olduğunu
düşünüyorum. Einstein da benzer bir şey söylemiş ya hehe.

Ama hikaye dışında da yazmak istiyorum. En rahat şey yazmak. Daha saf.
Kitap okuyosun mesela. Kitaplarda hemen hemen her zaman aslında
faydalı olmak istediğin insan / durumda bile aslında kendine faydalı
olmak istediğin söyleniyor. Düşünüyosun, lan doğru cidden. Kendime
faydalı olmak istediğim için yazmak istiyorum herhalde. Düşünmek için
daha fazla zaman gerekiyor.

Bu teori 2 - 3 gün önce abimi düşünürken ortaya çıktı. Aslında kendi
kendime abimi düşünürken bir ışık yandı, doğru olmayabilir de. Yani
abim için geçerli olmayabilir. Kör kendinden pay biçer derler ya,
benim geçerli.

Abim ciddi konularda konuşmayı sever. Kimsenin ciddiye almadığı ama
gerçekten ciddi olan konulardır bunlar belki de. Yine de en doğrusunu
bulmak için konuşmak ihtiyacı hisseder. Çünkü düşünürken çok hızlı
gider. Karar verme mekanizması düşünme mekanizmasından çok daha yavaş
çalışır. Aynı anda çok karmaşık onlarca şey düşünürsün ama karar
verirken o kadar hızlı analiz edemezsin. Karar vermek değil de analiz
etmek diyelim. Düşünmek yerine de ihtimal hesabı diyebiliriz. İhtimal
sayısı 2 olsa da, analiz mekanizması nispeten yavaş olduğu için,
analiz sona erene dek ihtimal mekanizması ihtimallerin sonuçlarını 8.
dereceye kadar hesaplamış ve devam etmekte olur. İhtimal mekanizması
analiz mekanizmasına sürekli data yükler ve analiz mekanizması işin
karmaşıklığından ziyade ihtimal mekanizmasının gönderdiği yükün
fazlalığı sebebi ile iflas eder. Eğer kafan fazla hızlı ve belki de
ihtimale ağırlık verecek şekilde fazla hızlı ise analiz zorlaşır.
Çünkü standart yoktur kafanın içinde. Analiz mekanizması yüzde kaç
sapma ile hesap yapması gerektiğini bilmez.

Konuşmak ise düşünceye göre çooooooooooook yavaş bir mekanizma. Hatta
deli değilsen ve kendi kendine konuşmuyorsan karşında seni dinleyen
biri varsa (benim gibi makinelerle konuşmuyorsan) hız daha da azalır.
Bu da senin ihtimal mekanizmanı açıklayana kadar geçecek sürede analiz
mekanizmanın bir cevap türetebilmesine olanak sağlar.

Benim gibi kağnı arabası kadar hızlı olanlar için de yazmak daha doğru
bir tercih. Ama bir yandan da eğer abim gibi Ferrari hızında biri
yazsa idi ne olurdu diye düşünmeden edemiyorum.

10 Aralık 2011

Motosiklet Düşmanı

Eveeet, herkes geldiyse ve hazırsa açıklıyorum arkadaşlar. Motosiklet kullanmanın gerçek düşmanı nedir sorusuna cevap veriyorum.

Yıllardır karda, kışta, güzel havada, buzlu zeminde her şekilde motosiklet kullanan biri olarak bunu açıklamak boynumun borcudur sayın basın mensupları.

Motosiklet kullanırken karşınıza çıkacak en büyük düşman basur memesidir. Evet, bazı arkadaşlar sanki basur mememi suratlarına sürmüşüm gibi yüzlerini buruşturdular. Ancak bu bir gerçek maalesef.

Konsantrasyon bozar, gereksiz yerde hız yapmaya, dikkatsizliğe sebep olur. Motosiklete binerken basur memenizi evde bırakın.

Sorun şu ki, soğuk dönemlerde motosiklet, memenize meme katar, canınızı yakar. Mecazî ve mealî anlamda götünüz yemiyosa aman diyim...

04 Aralık 2011

Sadece...

...yazmak istedim. Çok sıkıldım. Az önce, son zamanlarda beni heyecanlandıran tek şeyin bir hikaye fikri ve raftan yeni bir kitap seçmek olduğunu farkettim. Motosikletle her zaman 80'le girdiğin viraja gece, don varken 120 ile girmek bile heyecan vermiyosa, ya sen o motorun üzerinde değilsin, ya da sen sen değilsin.

Bişeyler yapmak gerekli mi? Belki de gerekli değil. Belki sadece alışmak gerekli. Askerlik bile çok kolay geçmişti benim için. Gerekli - gereksiz şalterleri kapatıyosun. Önünde yapman gereken şeyler var. Onları yapıyosun. O kadar. Hayata da öyle alışmak gerek galiba. Önünde yapman gereken şeyler olsun, onları yap, yaşlan. Bu da enteresan bir fikir. Aslında şalterleri kapatmadan denenebilecek bişey. Bakalım manda olabiliyo muyum...

Ya da gerçekten silkinmek, bişeyler yapmak gerek. Bisikletle Şırmak'a kadar gitmek gerek mesela. Ya da TC sınırı boyunca bir tur atmak, tellerin dibinden, yürüyerek. Sonuç? Saçma ya herşey. Uyumam lazım aslında. En güzeli. Ama uyuyunca da bana zaman kalmıyo be kardeşim. Haftada 7 gün çalışır mı bi insan? Yani tamam, çalışırsın da, evin arkasındaki ahırda inek besleyen çiftçi de değilsin ki. İnek için haftanın bir günü yok, her gün sağacaksın, yem - ot - su vereceksin filan. Eğer ben çiftçi değilsem ineğim demek ki. Haaa, doğru lan! İyi ki yazmışım. Şimdi anladım neden gerizekalı gibi hissettiğimi. Eureka! İnekmişim! Yaşasın. Toynaklarım klavyede uçuyordu sanki. Bir tren geliyordu çuuff çuufff... Ne güzel günlerdi o günler. Çayırlar, çimenler... Yarın değişiklik olsun diye yine çayıra çimene gidelim mi?

Yaa evet, 2 tane kalıp değişecek, Pazartesi gününe yetişmesi gereken mal var. Ayrıca ay sonu hesaplarına daha başlamadım bile. E peki neden gidip yatmıyosun evladım? Çünkü rüya göremiyorum artık. Mart ayında onlarca erkekle sevişmiş mırnav kedi gibi uyuyakalıyorum. Sabah tekrar işe. Gece rüya görmüyosan uyumak neden? Beni kim alıp götürecek buralardan? Kitap okumaya zaman bulamazken tek çare rüya. Bir ara lucid dream ile ilgili çook şey okumuştum. İlk başıma geldikten sonra kardeşimin başına geldiğinde. Yapabileceğimi, kontrol edebileceğimi hissettim. Yapabileceklerimden bilinçaltım korkmuş olmalı ki o gün bu gündür rüya görmüyorum. Haa, gördüm geçenlerde, süperdi. Ortağımla muhasebeciyi gördüm. Harika di mi? Ben hortlaklarla yağlı güreş yapmak, ılık Bodrum sahillerini kana bulamak gibi şeyler isterken gidip iş rüyası gör. Afferin sana. Sok kıçına o rüyayı. Gündüz zaten o var, gece neden bi daha oluyo ki? Hasta mısın kardeşim? Evet.

Dişim de şişti. Çok güzel oldu. Aynaya baktığımda gördüğüm asimetri çok güzel. Yüzümün sol tarafı şişmanmış gibi. Kilo bana yakışacak demek ki. Önümüzdeki 10 senelik planımda en az 2 kilo almak var. Lise 2'den beri, herhalde 1995 oluyo, aynı kiloda olur mu bi insan? Askerde kilo alırsın dediler, babayı aldık. Evlenince dediler, mafiş. İşe güce girince, yok. 30'unu bi geç de. Geçtik ama sağdan atıp soldan geçtik. Gerçi aynı kiloda kalmıyorumdur. Akşamları 1 kilo daha hafif olabilirim. Günlük eşyalarla 58, çıplak 53. Boynumdan assam kendimi biraz daha düşer. Libidom da düştü zaten. Siktir et, kullanmıyodum. İnşallah ihtiyacı olan biri bulur. Gazeteye ilan vermek gerekir mi, hükümsüzdür gibilerinden. Bulan adam benim libidomu kullanarak çocuk yapsa bana ne kadar benzer? Libidom değil canım, adam da değil, çocuk. Günün birinde arabayla yanlışlıkla çarptığım çocuk benim 2. libidomdan öz çocuğum olsa, ilk görüşte bana baba der mi? Yoksa herkesin söylediği gibi "önüne baksana hayvan herif" mi der? O da kırmızıda geçmeseydi. Hem az ilerde üst geçit var. Yusufpaşa'da canım. 35C'ye binmeyi özledim nedense. Güzeldi. Akşam Taksim'den 35C'ye binenler hep üçgen vücutlu amcalarla üçgen vücutlu ablalardı. Şişhane'den bi salıyodu adam otobüsü, ayaktakilerin yaşamla aralarındaki tek bağ o tavana bağlı demirlerdeki koptu-kopacak tutamaklar. Bazı ablalar yaşamla ölüm arasındaki ince çizgiyi ikiye bölüp tek elle tutunur, diğer elle de omuzlarına asılı çantalarını tutarlardı. Ama virajda ayaklar havalanmış. Öyle yani. Şoför bakıyo itiraz eden yok, bileşke kuvvetle denemeler yapıyodu. Ampirik bir akademik çalışma olsa gerek. Yokuş aşağı son sürat viraja girip, virajın en sert yerinde yapılabilecek en sert fren. Virajda ayakları yerden kesilen, tutamaklarda pastırma gibi ama açılı şekilde sallanan insanlar fren etkisi ile senkron bir şekilde, eller yerinde sabit olacak şekilde, havadaki bacaklar öne doğru gidip geliyo. Olaydı o körüklülerde şimdiki gibi kamera sistemi, online yayın filan, her gün iett'nin sitesinden 35C seferlerini seyrederdim. Akıllı tivi görüntüleri. Yaşamışsındır sen de. Düşünsene kameraya kayıt etmek isteyeceğin görüntüleri. Ya da yapılması gereken andan birkaç milisaniye sonra aklına gelen esprileri. Tam zamanında yapılmayan espriler seni gerizekalı gibi gösterir, 2 milisaniye geç kalsan bile. Zaman içinde alışırsın sen de, zamanı geçen esprileri yapmazsın. Ama içinde kalır o. Sonra eve gidince gülersin. Evde birileri varsa kızlar tuvaaletine kaçıp orada gülersin. Gülmek iyidir. Ama insanlara gülmeyeceksin, anlamıyolar. Kendi kendine güleceksin. Gülmek dediğim güleryüz. Kendi kendine güleryüzlü olacaksın. Ama insanlara değil. Onlara rol keseceksin. İnsanlık tarihinin en olmadık dertleri seni bulmuş gibi suratla gezeceksin. İçindeki güleryüzlü vatandaş öne mi çıkmak istiyo, hemen kızlar tuvaaaletine gidip orada kendine güleryüz gösterip içindeki canavarı sakinleştireceksin. Ondan sonra yine derler senin, çile seninmiş gibi dolaşacaksın. Bilmeyecek insanlar seni. Hiç ama hiç bilmeyecekler. Adını bile bilmeseler hatta. İşyerinde sahte isim kullansan mesela, adın Onur değil de Halit olsa, sen de kafandan Halit'e bir karakter çizsen ve işyerinde öyle dolaşsan. Sana Halit dedikleri için sen de o karaktere rahat bürünüp içinde kalsan. Sonra işten çıkınca biri Onur deyince kendine gelsen, hani parmaklarını şıklatınca bişey hatırlamama sendromu var ya, onun gibi. Doktor Çekil, Bayan Haydi. Güzel. Bir dahaki iş hayatımda, olmadı bir dahaki hayatımda filan, denemek lazım. Zaten bişeyler denemeden hayat nasıl geçer ki? Deneyemiyosan da deneyenlere engel olma. Denemiş olanların deneyimlerini oku. Güzel olur. Euler, çiçekler filan...

13 Kasım 2011

Mera

Bişeyler yapmak istiyorum. Ama o kadar sıradan şeyler yapmak istiyorum
ki, ben bile şaşırıyorum isteklerime. Gülüyorum sonra. Sen de gül diye
yazıyorum bunu. Televizyon karşısında kankamla oturup cips yemek ve
Türk filmleri ile taşak geçmek istiyorum. Sabah uyandığımda saatin
çalmamış olmasını istiyorum, hatta kurulmamış olmasını. Tatil
günlerinde parklara, bahçelere, deniz kenarına gidip el ele tutuşan
çiftleri, mutlu ve güleryüzlü küçük aileleri sigara içerek seyretmek
istiyorum. Az önce tuvalette farkettim. Bayburt'u ve Yozgat'ı çok
merak ediyorum. Hiç Bodrum'a gitmedim, hiç merak etmiyorum. Lara
plajını da. Bafra'yı merak ediyorum. Batman'ı. Türkiye'de turistik
olmayan ne kadar yer varsa gitmek istiyorum. Iğdır'da birkaç ay
yaşamak istiyorum. Normal insanlar gibi. Sanki Anadolu'nun
köy-şehirlerinden birinde doğmuş gibi yaşamak istiyorum. Orada yaşayan
insanların bildiklerini bilmek, gördüklerini görmek istiyorum. Daha
önce hiç büyük şehir görmemiş birinin bana büyük şehri anlatmasını
istiyorum. Daha önce hiç büyük şehir görmemiş biriyle büyük şehri
anlatan birini dinlemek ve etkilenmek istiyorum. Matematikle uğraşmak
istiyorum, kafamın içinde sürekli çözmeye çalışacağım değişik sorular
olmasını. Gitar çalıp kaydetmek, bilgisayarda üzerine davul ritimleri
eklemek, şarkı söylemek istiyorum. Robert Smith The Cure albümlerinden
birinin tamamını kendi çıkarmış diye duymuştum ama hangisi
hatırlamıyorum. İnternetten ulaşılamayacak bilgilere ulaşabilmek,
internetten ulaşılamayacak insanlara ulaşabilmek istiyorum. Sarhoş
olmak istiyorum, birkaç gün boyunca ertesi günü düşünmeden takılmak
istiyorum. Taksim'de eski Ferdane'de hafta içi, gündüz saatinde yalnız
başıma bira içmek, sonra iş peşinde koşuyormuş gibi İstiklal
Caddesi'nde bir yukarı bir aşağı yürürken cep telefonunda bağıra
bağıra konuşmak, sonra biraz ayılıp tekrar Ferdane'de içmek, içerken
hikaye yazmak istiyorum. Gül bahçem olsun istiyorum. Rengarenk değil,
istedikleri renkte. Güller kendi renklerini seçsinler. Toprağı
işlemekten anlayabilmek istiyorum, buna zaman ayırmak istiyorum.
Görmeden bir gün bile geçiremeyeceğim insanlar olsun istiyorum.
Yazarak değil, konuşarak rahatlayabilmeyi istiyorum. Konuşma ihtiyacı
duyabilmeyi istiyorum, o gün neler yaptığıma dair gereksiz detayları
birkaç kere anlatabilecek kadar yaşamayı sevmeyi, hayata ve insanlara
bağlanabilmeyi istiyorum. Zaman zaman yalnız kalmak istiyorum.
Sükunet. Sonra tekrar gümbür gümbür olsun herşey. Bir giydiğimi bir
daha hiç çıkarmak zorunda olmamak istiyorum. Sürekli eski olan ama hiç
delinmeyen ve sağı solu patlamayan ayakkabı istiyorum. Yattığım yer
bir gece önceki pis kokumu ben gelene kadar saklasın istiyorum. Duş
almak, diş fırçalamak gibi adetlerden kurtulmak istiyorum. Yemek
yemeden yaşayabilmek, en azından buna harcanan zamanı 30sn'ye
indirebilmek istiyorum. Buğday tarlasında koşmak istiyorum.
Anneannemin kucağında uyuyabilmek istiyorum. İnsanların sadece
dertlerini değil, neşelerini de paylaşmak istiyorum. Bir parmak
hareketi ile insanları neşelendirebilmek istiyorum. Hiç param olmasın
istiyorum, paraya ihtiyacım kalmasın istiyorum. Sokakta yaşayabilecek
cesaretim olsun istiyorum. Abim her zaman yanımda olsun istiyorum.
Sadece ortak tanıdıklarımız olsun ve her zaman beraber kalalım
istiyorum. Kafasının içindeki her nörondan geçen pulsu bilmek, her
datayı öğrenmek, her anısını paylaşmak istiyorum. Sigarayı bırakmak
istiyorum. Arada bir İzmir'e gidebilmek istiyorum. Ve bunlar gibi
binlerce şey daha...

Çok mu şey istiyorum? Evet, yazınca bana da çok göründü. Ne sigarayı,
ne de başka bişeyi bırakabileceğimi de biliyorum. Biliyorum, dünya
sonunda bana istemeyi bıraktıracak. Merhaba benim adım çimen,
arkadaşlarla bu merada takılıyoruz...

27 Ekim 2011

Nef

ret!

Yaşamaktan nefret ediyor olmak bir suç mu? Ötenazi kanun dışı ama intihar değil. Katil olabiliyosun ama kendini öldürdüğün zaman bu bir suç olmuyor? Savcı ne diyor, "Allahından bulsun" mu?

Gerzek gerzek yaşıyoruz anasını satayım. Bu ortamda yaşamak isteyen kim var anlam veremiyorum. Geçenlerde bir arkadaşıma "Aklı başında olan, kafası ve mantığı çalışan, etrafını izleyebilen her insan intihar etmek zorundadır, aksi halde (yani intihar etmiyorsa) delidir" dedim. Anlamadı HAHAHA. Hem deli olduğunu inkar etti, hem de yaşamanın ne kadar güzel olabileceğini "a aa, ne alakası var canım" diyerek ifade etmeye çabaladı. Ben yer miyim ama? Yemedim tabi ama giren çıkan yine bana, o ne konuştuğumuzu bile anlamadı. Ben ona intihara meyilliyim dedim, o da bana hadi canım sen de gibilerinden anlamaz şeyler söyledi.

Yakarım lan buraları! Hadi siktirin gidin evinize! Annelerinizin ellerinden öperim yalnız. Cennet annelerin ayakları altındadır, cehennem fahişelerin bacakaralarındadır. Cehennem alkollü içecek şişelerinin dibindedir. Cehennem içkili vallah bir elham diye kelime esprisi yapanlaradır. Cehennem cennetten daha yakın mesafededir. Cehennem annelerin ağzının ortasına vurulan yumruktadır. Cehennem devlet başkanına atılan yumurtadır. Cehennem sensin, benim.

Ben sevmiyorum ya yaşamayı. Hani ne olursa olsun, her zımbırtının kötü ve iyi yanları vardır ya, ben sıçtım ya iyice. İnsan nasıl bütün seçimlerini yanlış yapar da sonra sokakta adamım diye gezer? Hani tamam, hasbel kader bir hayat sürüyorsundur, o zaman kimse sana bişey diyemeyebilir. Ama tüm seçme şansları senin elinden geçmiş olmasına rağmen sıçmışsan, o zaman sen nesindir? Ya aptalsındır, ya hislerine yenik düşen otokontrolü zayıf bir insansındır, ya da her ne olursa olsun bir yerlerde sıçmış ya da sıçmakta olan bir insansındır. Sana insan diyenin ta amına koyayım, sen bir meleksin onur. Ama bok toplayan melek. 5 yaşındaki çocukların ilk düşen dişlerini alıp yerine en yakın foseptiğe sıçma meleğiyim ben. Evet buldum. Karikatür vardır, petrol sıçan bir süper kahraman. Ben de bir meleğim, diş-kaka takası meleği. Evet bu bana uyar. İçinde hem çocuk var, hem hayal var, hem ilahi bir durum söz konusu, hem ayıp belden aşağı durumları... İşte ben buldum artık kimliğimi. Ey İlçe Nüfus Müdürü, duy sesimi! Bundan böyle ben bir meleğim, kimliğim ne mavi, ne turuncu, ne de üzerinde TC, GR gibi şeyler yazıyo. Ben artık bir meleğim. Dish-To-Kaka perisiyim ben. Tek gecede 126 diş toplayıp, 211 kere kaka yapabilir, tam tamına 577 kez sifon çekebilirim. Ve hatta en kısa zamanda helanın rezonansını bulup türk sana musikisi icra edebilirim.

Napalm istiyorum. biri kafama atsın istiyorum. tam olarak şu anda üşenmeden wikipedia'ya bakmak ve en acılı ölümü öğrenmek ve kendimi ona hazırlamak istiyorum. boğulmaksa boğulmak, yanmak, açlıktan / susuzluktan ölmek, aşırı ilaçtan yada başka bişeyden ölmek. Belki izini sürdüğüm yorgunluktan ölmek. Yok ya, bu o kadar acılı olmaaz, kalbin durur ve gidersin. Acılı olması gerekli, başıma o gelmeli.

Ben nerde hata yaptım, bulamıyorum.

Kahır

Selamun aleyküm ağalar,

Kendi kendime konuşmaktan iyice baydım artık. Son zamanlarda kerte kerte, adım adım kafayı çiziyorum ve bunun o kadar iyi farkındayım ki müdahale edemiyorum. Hani kışın haberlerde çıkar ya, arabalar tatlı tatlı kayarlar, içindekiler de öyle sessizce durup izlerler ön camdan, evlerindeki aptal kutusuna bakar gibi bakarlar, sonunda araba gider daha önce tatlı tatlı kayıp durmuş başka bir arabaya çarpar. Ben de öyle tatlı tatlı kaydığımı hissediyorum. Ön camdan seyrediyorum kendimi, nasıl kaydığımı. Biletim de en ön sırada. Her anına iyice şahit oluyorum. Bazen gözlerimi kapatıp kimi kısımları görmemek için çabalıyorum. Benim ben olmayan, artık değişip zalimleşmiş ben olduğum kısımlarda gözlerimi kapatmak istiyorum, benim ben olmadığım kısımlardan korkuyorum. Ama Otomatik Portakal'daki tedavideyim sanki. Gözlerim kapanmıyo, hatta daha beter, hiçbirşeyi kaçırmayayım diye arkadan destek veriyor birileri.

Fazla yorulmuş olabilirim. Durmadan, nefes almadan, gece ve gündüz, haftaiçi ve haftasonu bişeylerin peşinde koşuyorum. Aynı yerde, aynı makinelerin ve insanların arasında. Hayatımın hiçbir döneminde bu kadar kapalı kalmamıştım. O da sorun değil aslında, dayanılamayacak birşey yok. Bu curcunaya girmek benim, sadece benim tercihimdi. Ama sorunlarımla baş edecek gücü ve desteği bulamıyorum herhangi bir noktadan. Destek olmadan ne kadar süre ayakta durabilirsin? Peki arkandaki duvara yaslanıp ne kadar ayakta durabilirsin?

Çok ağır şeyler yazacağım insanlar hakkında. Aslında yazmalıyım da. Dürüstlük bunu gerektirir; bilip de bilmiyormuş gibi yapmak riyakarlıktır. Yine de yazamayacak ve söyleyemeyeceğim. Çünkü son zamanlarda artık ben olmayan ben riyakar olmaya başladı. Ayrıca toplum da riyakar. Kral çıplak diye bağıran çocuk hikayenin sonundadır. Ama o çocuk için hikaye yeni başlar. Ne olmuştur o çocuğa daha sonra? Ailesi ile birlikte halkın önünde cadı oldukları ilan ederek asılmış olmaları mı, yoksa yeni kral tarafından ödüllendirilmiş olmaları mı daha yüksek ihtimal?

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar demişler. Dün akşam geç bir saatte hala çalışırken arayan en en en yakınımdaki arkadaşım bana olan ilgisizliğini son derece açık olarak belirtirken bir anda tepem attı. Ağzıma gelen herşeyi söyledim ona. Ne kadar aptalca davrandığını, insanların hiçbir iyiliği hak etmediğini, bundan böyle kimseye hak ettiğinden ya da bana verdiğinden daha fazla değer vermeyeceğimi filan bağırdım. Bir an duraladım, aslında çok ateşliydim, saatlerce anlatacak gibiydim ama karşıdan ses gelmiyordu hiç. O arkadaşım dünya yıkılsa arada mutlaka bık bık diye gereksiz sesler çıkarırdı. Meğer telefonun şarjı bitmiş. Başka bir arkadaşımın verdiği hediye olmasa o anda makinenin içine atıp parçalayacaktım telefonu. Delirdiğini sandığın zaman hala otokontrolü elinden bırakmamışsan aslında delirmemişsin demektir. 'Sana Gül Bahçesi Vadetmedim' isimli süper kitabın 199. sayfasının üst kısmında delilik ve deli olmamakla ilgili çok başarılı bir ayrım var. Kitap yanımda değil, ama elinizde varsa açıp bakın, ne diyim.

Delilik nedir bu arada? Doktor denen uzmanlar, bu işin eğitimini almış insanlar belli testlere ya da toplumsal dengelere verilen tepkiler ve reaksiyonlar sonucu kişinin deli olduğuna karar verirler. Peki normal olmak nedir? Deli olmayana normal, ya da normal olmayana deli dersen, aslında deli ile normal arasında portakal ile mandalina kadar fark kalır ki, ne kadar yakından baktığına bağlı.

Haa, tam olarak yeri gelmişken söylemek istiyorum. Bir işe, bir düşünceye konsantre olmuşken, ya da yeteri kadar uzun süre bişeylere konsantre olduktan sonra kendini tam salmışken, uyurken, düşüncelerini özgür kılmışken, tam sarhoş olmak üzere, çakırkeyif kademesini geçmek üzereyken, ot içerken, sevişirken, koşarken, motosiklet kullanırken, yere eğilmişken, fırça atarken, fırça yerken ve daha bilimum durumlarda çalan telefondan NEFRET EDİYORUM! Az önce telefon çaldı, toplam 15 dakika hiç bir şey ko nu şul ma dı ve hiç bir sorum çözümlenmedi ve hiçbir konu tartışılmadı ve hiçbir yeni şeye başlanmadı ve hiçbir eski şey devam ettirilmedi ve tamaaaamı boş, bomboş bir konuşma yapıldı. Kazanan türksel olsun, hediyeleri göte giren kola şişeleri olsun, A oum! Raga Oktay bana gelsin, o da sensin. Ragaoktay ile çiçekbozuğusuratlıadınıhatırlamadığımadam sevişsinler. Demek istediğim insan aynı anda sadece ve sadece tek bir şeyle ilgilenmelidir. Asla ve asla ve asla bir konuda zihnen bir yoğunlaşma varsa, ya da zihin tamamen gevşetilerek tüm tasmalardan bağlardan teker teker kopartılmak isteniyorsa ve ilk birkaç adım atıldıysa telefon çalmamalı. Hee, ya da salak ben, siktir git telefonu kapat hayvan herif. Sonra da şikayet et. Gerzek.