27 Aralık 2010

20 dakika

20 dakika istiyorum sadece. Telefon çalmadan, kimse soru sormadan, ayarlanmış, istenen, beklenen bir 20 dakika istiyorum sadece.

Çok şey istemiyorum.

İnternette çok sevdiğim bir yazarın kısa ve içten yazısını okumak istedim sadece. Okumaya başladığımda saat 18:30 idi. Okumayı bitirdiğimde ise 20:30.

Daha ilk cümlede "bu yazıda benim için birşey var, bana yazılmış!" dedim. İçinde kaybolacağımdan emindim. Aslında öyle de oldu. Ancak çok heves edilen şeyler vardır, heyecanlandıran. O andır işte o heyecan. O dakikada hissetmek istersin. İhtiyacın vardır ona. İçki içmek gibi, ya da, ne bileyim, adrenalin için gondola binmek gibi. Kadehinden bir yudum alıp, şişenden bir fırt çekip sonra gitmek, saatler sonra dönüp bir yudum daha almak sana "içtim" dedirtmez. Gondol hızlanmadan inip, yavaşladıktan sonra binmek sana gondol zevki vermez.

Birşey yaparken içine girmek istersin. Kısa bir süre de olsa orada kaybolmak, ihtiyaç duyduğunu alana kadar durmak... Aslında kendi içine girip kaybolmak, ya da olmadığını artık bildiğin birşeyin ucunu yakalayabilmek istersin.

Belki tuvalette onun için fazla kalırsın. Bebek ve çocukken insanın mabedi her yerdir. Özel bir mekan ve zaman istemezsin. Büyüdükçe içselliği yaşama alanın daralır, bunu paylaşabildiğin insanlar azalır. Arkadaşının kalemini alıp geri vermemesi en yüce içsel yıkım yaratabilir ve bunu sınıfın ortasında bağıra çağıra herkesle paylaşabilirsin. Büyüksen bunu kimseye anlamayabilirsin bile. Yalnızlık ister biraz. Düşünmek ve sormak ister kendi kendine. (Bak tam bu anda biri gelip soru sordu, ne diyodum). Ferdane'de köşedeki masaya oturup duvara bakıp bira içmek gerektiğini hatırlar, bunu yaptığını hayal edip mutlu olmak ister belki. Ama yapamaz. 20 dakikası bile yoksa yapamaz. Yine telefon çaldı. Yazmıyorum amına koyiyim!!!