28 Mayıs 2008

İşletme Körlüğü

Bir arkadaşım -burayı okumasa da kendini bilir- az önce beni şaşkına çevirdi. Hiç beklemediğim bir anda, belki yıllardır beklediğim bir cümleyi sarfederek bende bir çığır açtı.

İşletme körlüğü denen şey, işletme içindekilerin alışmışlık sebebi ile kimi rahatsız edici ve engelleyici faktörlerin farkına varmamaları. Bu terimi kişinin kendisine çevirirsek ne demek istediğimi az çok anlayabilirsin sayın okuyucu. Benimle ilgili olan şey gelmekte, aha aşağıda.

Birkaç haftadır anlamsız bir neşe, bir güleryüz almış gidiyor. Halbuki hayat aynı rutin saçmalığını hızla sürdürmekte ve bunun farkındayım. Canımı sıkan onlarca şey var, neşeme en ufak kötü bir etkisi yok. Tüm bunlar içinde, düşündüğüm tek şey, bu neşenin ne zaman ve ne şekilde dönüp bana kaçacağı. Kötüyü beklemekteyim. Darbe ne zaman gelecek şeklinde neşemin büyümesini, evrimleşmesini engellemeye çalışıyorum. Zira neşe arttıkça darbe daha fazla hasar verecek, biliyorum, kaç kere oldu kim bilir. Yerinde bir düşünce mi bu?

İşte bunları çok daha kısa şekilde arkadaşımla paylaştım ve dedi ki: "neşeliysen keyfini çıkar ne zaman ağlayacağım diye dert edinme"

Bu kadar basit, bu kadar nacizane bi cümle işte. Nasıl oldu da neşeli iken endişeyi de için için coşturduğumu farketmedim? İşletme körlüğü değil de ne ki bu? Ne kadar sade bir tespit. Bunun nasıl farkında değilmişim? Bunu farkedemeyen bi insana nasıl bakardım acaba. Salak derdim herhalde. Büyük konuşmamak gerekli imiş meğer.

Bununla beraber, birçok konuda ne kadar çok gereksiz -insanüstü bir hırsla- endişe sırtlandığım gün yüzüne çıktı. Çok sevdiğim başka bir arkadaşım, hayatını olumlu yönde geliştiren şeyin "en kötü ne olabilir ki?" sorusu olduğunu söylemişti. O geldi aklıma şimdi. En azından etrafımda kalan son insanların, gerçekten dostum diyebildiğim arkadaşlarımın, aklı başında, düşünebilen insanlar olduğunu görmüş oldum. Bu da kendi içinde ayrıca mutluluk verici bir durum. Ey bunu hiçbir zaman okumayacak olan yukarıdaki söz sahipleri: Sizi seviyorum.

Yazarken, duraklarken, düşünürken aklıma geliyo. Yıllarca beklediğim ve endişe içinde boğularak rezil ettiğim dakikalar (ve peşi sıra gelen üzüntü dolu yıllar), endişe içinde kıvrandığım günler, endişe içinde geçmiş 29 sene... Bariz saçmalamışım arkadaş. YUH! Birden çok üzülmeye başladım. İnsanın kendine üzülmesi çok zavallı bi durum gerçekten. Uyuyunca geçer...

03 Mayıs 2008

Evlilik, Aşk, Arkadaşlık ve Böğürtlen Şarabı

Malumunuz nikah sezonu açılmış olup, "biri erkek biri dişi" ekibi oluşturabilenler soluğu evlendirme dairesinde almaktadırlar. İzleyici koltuğunda da genelde ben oturmaktayım. Uzmanlık alanım esas olarak cenazelerdir ama o başka bir post-it konusu.

Bu evlilik konusuna kafayı fazla taktığımı düşünmüşümdür her zaman. Ancak son zamanlarda aslında fazla takmadığıma karar verdim. Zira 30 yaşına gelmiş, işe gitmek dışında evden çıkmayan sağlıklı bir erkeğin bir dişi insan araması son derece normaldir (herhalde). Buna bir de "evlilik teklifi yakın zamanda tatlı tatlı reddedilmiş kişi" sıfatı da eklenebilir.

Aşkın evlilik kararı almak için minör bir etki olması gerektiğini düşünmekteyim. Sonu olduğu -en azından- istatistiki olarak belirlenmiş bir konudur bilakis. Ebediyen müzmin aşıklar olarak kalan çiftler bulunmamaktadır. Peki "ölüm bizi ayırana kadar" evlilikleri nasıl sürmektedir?

Ölene kadar sürecek çok fazla şey bulmanın zor olduğu malum. Konu bazı noktalar etrafında özelleşince iş iyice kısırlaşıyo tabi. Kısaca, ölene kadar sürecek çok az şeyden biri, ruh (zihin) aleminde baki kalacak belki de tek şey, arkadaşlıktır. Çevreye bakıp durumu dişi-erkek çerçevesinden çıkardığımız vakit görüşümüz biraz netleşebilir. İlkokuldan beri arkadaş olan amcalar 70+ yaşlarda hala kahvede çay içip muhabbet edebiliyorlar. Buradaki anahtar "arkadaşlık"tır. "Sınırlı zamanlarda görüştükleri için arkadaş kalabilmişler" diyenler için "sınırlı şey paylaşabilmişler" diyerek arkadaşlıklarını küçümseyecek kadar ileri gidebilirim.

Arkadaşlığın önemi sadece uzun soluklu olması değildir elbette (elbette ne demek anasını satayım). Konuşabilmektir. Paylaşabilmektir. "Peki hocam aşık olanlar konuşup paylaşamaz mı?". Evladım dersi dinle ve öğren. Aşık olanlar konuşmadan, paylaşmadan zaten aşık olamazlar. Ancak aşk, gözün karşı tarafı yüceltmesi, abartması, haddinden öte görmesidir. Tüm bunlar, göz zamanın birinde ayaklarını yere bastığında, duvara çarpma etkisi yapar. Zira kişi gözde bu nebze büyütüldüğü için beklenti almış yürümüştür. Böyle olmasını beklemeyen insancılar sonradan çok üzülürler; (arkadaşları ile!) her akşam içmeye ya da kahveye giderler. Her gece dolup taşan kahvehanelere bi gidin konuşun. Hepsinin ya burkulmuş birer kalbi, ya da evdeki karıları ile konuşamayacak birer erkeklik gururları vardır. Aynı adamların gençliklerine gidip bakın. Ya aşık birer yürekleri ya da aşık birer yürekleri vardır.

Konuyu dağıttım, toplayamıyorum. (bkz. son cümle)

Velhasıl kelam, bir insanla evlenmek için onun herşeyden önce bol bol konuşulabilecek, açık, dürüst bir arkadaş olması gerekir (öyle bakma, sen de öyle olmalısın). "En iyi arkadaşım" olması gerekir. Arkadaşlık, aşka göre daha fazla taviz verebilir; daha esnektir, daha uzun sürer, çok uzun sürer, yenilenebilir, belki hiç eskimez, çağ atlar, mesafe tanımaz, yaş tanımaz. Burada savunduğum şey tamamen budur. Ana fikir, "aşık olduğun kişi ile evlenme" değil, becerebilirsen "aşık olduğun kişiyle evlenmeden önce onunla ölümsüz bir arkadaşlık kur"dur.

Böğürtlen Şarabı: Yazmaya yardımcı ekipman; mürekkep gibi bişey.