07 Ekim 2013

Adam Bana Dedi Ki...

..."Merak etme abi, yardım ederim" ve kolumu okşadı. Aradığım güçlerden
biri. Kendime geldim, kendimden geçtim.

Kafam o kadar farklı yere gitti ki aynı anda, ama en çok Zeynep'e.
Zeynep bana bir gün deseydi ki "merak etme, yardım ederim" ve sonra
kolumu okşasaydı, o zaman hayat daha güzel olmaz mıydı? Havalara uçmaz
mıydım? Mutlu olmaz mıydım? Olurdum. Biliyorum. Kendimi de biliyorum,
iyi de tanıyorum. Ama demedi. Hiç.

Yine de çok katı olmak lazım. Daha katı. Sert. Ne kadar uysal olduğunu
kimsenin anlayamayacağı kadar sert. İçinde kalsın uysallık, yumuşak
başlılık. Özür bile dilemeyeceksin kimseden. Sadece hakeden 3-5 kişi
bilecek gerçek seni. Başkası değil.

26 Temmuz 2013

Dal

...ve tüm bu dandik dertler içindeki gerçek derdi atladık hep... Dedi ki bana, iş dedi, güç dedi, yürür gidersin dedi, falan dedi, filan dedi.

Ama bilemedi ki, cebinde 10 lira, bankada hiç lirası varken çokbin lira ödemesi gerekliyken bile derdi bu değildi. İnsan aradı hep. Hepsini en başarılısından kaybetti. Kendini bilmedi ki, kendini bile kaybetti. Ne istiyodu ki? Ne istediğini bilmesi gerektiğini bilemedi. Söylemediler. Ne istediğini değil, ne istediğini bilmesi gerektiğini söylemediler. Yap dediler hep, yaptı. Sadece bu yüzden olmadı hiç. Biliyorum ki olmayacak hiç. Elindeki oyun hamuru ile motor tamir etmeye kalkarsan yapamazsın ki. Bulaştırırsın sadece. Hamur da kalmaz en son. Avuçlarına bakarsın, ellerindeki çizgilerin arasında kalan hamur parçalarını görürsün, yağlanmıştır hep, artık ayrılmaz birbirinden. Var olan da bitmiştir artık. Hiçten bile daha azı kalmıştır elinde. Belki biraz kan, biraz pislik.

Ama yılmaz bir savaşçı olabilirsin. Devam edersin. Üstüne üstüne gidebilirsin. Yapamayacağın öngörüsü ile gidersin. Alet kullanmaya başlayabilirsin. Öğrenirsin. Değişirsin. Sonunda bakarsın, sende olmayan şeyi var edebilmişsindir, artık tamir edebiliyosundur belki. Sonra yerdeki hamuru görünce ağlarsın ama. Artık onu yoğuramayacaksın. Yaratma kabiliyetini yok etmişsin. Hangisini istemiştin peki? Hamurla mı oynamak, motor tamir edebilmek mi? Kendini kaybettin işte.

Kiminle konuşacağım? Kimseye bişey anlatmak istemiyorum. Anlatmak istediğim anlamıyor. Hem de hiç! Nasıl hiç anlarsın? Belki hep anlıyodur, hiç anlamış gibi davranabilecek, öyle bakabilecek, öyle konuşabilecek kadar kabiliyetlidir. Yok olma isteğime ket vurmak içindir hepsi, bir oyundur. Hiçimle oynuyordur. Eğitimini almış, kursuna gitmiştir. Sonra Onur susar. Susunca hiç olmaz. Sana yoruma başlanır, istemişsin gibi. Herkes dinlenmek ve anlaşılmak ister. Ben de, farklı değilim. Sadece dinletebilecek motivasyonum yok. Olanlara müthiş hayranım. Susmadan, konuşurken nefes alarak devam edebilenler var. İnanılmaz. Belgesel kanallık tam. Araştırıp program yapılmalı, istiyorum, yapılsın. BBC buna kaynak ayırmalı, üniversiteler tez konusu yapmalı. Herkes aynaya bakmalı, sonra da yazmalı. Sonra hepsi tezden tez elden çakmalı. Sürünmeli. Ve dinlemeyi de öğrenmeli. Dinleyene yüklenmemeli, hak verebilmeyi filan.

Bana anlatıyolar hep, her zaman, durmadan. Konuşmak zorunda mıyım? Sen konuşmak zorunda mısın? Sen de sus, susabilmek için çaba harcamana gerek yok. Merak etmiyorsan, merak etmeyebilirim. Akıl mı veriyorsun? Konuşmadığım için aptal mıyım? Evet, aptalım. Akıl da istemiyorum. Konuşmak istiyorsan, arkandan el sallamak istiyorum. Sensiz de konuşabiliyorum ki ben!

Müzik dinlemek, içki içmek istiyorum. Sonra da yazmak istiyorum. Ama yazamıyorum ki... Ne yazacağımı bile biliyorum. Hayatımı siktin attın Onur. Seni hiçbir zaman affetmeyeceğimi biliyor olmalısın. Yok ol, senden kurtulayım, senin de arkandan el sallamak istiyorum.

Kendimi sonuna kadar anlatmak istediğim biri var. Susup dinlesin sadece, kafa sallasın. O da ikinci cümlenin bitmesine kadar sabredemiyo, ona da susuyorum, alev alev yanarken sessiz kalabiliyorum. Hayatta başarabildiğim en önemli şey, en büyük meziyetim bu benim. Her şart altında, karşımdakine ve hatta kendime rağmen susabilmek. En sevmediğim atasözü "sükut ikrardandır". Susuyorsam anana saymamak için de olamaz mı belki acaba hiç?

O biri beni dinlemeyecek hiç, biliyorum. Çok acı. Beni tanımayacak. Böyle sürsün dostum, ne farkeder ki? Biri seni anlasa ne değişecek? Sen farklı mı olacaksın, nedir yani?

Evet, daha mutlu olacağım. Kendimi güvende hissedeceğim ...belki. Bilmiyorum ki. Öğrenemiyorum bile. Öğrenilebilir, ama o zaman da doğal olmaz. Olmasın anasını satayım. Kabul et artık Onur. Sonra da kendinle yüzleş dostum. Ergenlik çağında gibisin, ya da hiç girmedin, ya da hiç çıkmadın. Öl ulan.

Ya rab bana tutunacak bir dal...

13 Mayıs 2013

Kara Kök

"People are always askin' me if I know Tyler Durden" demiş bir büyük düşünür. Bana da uzun bir süredir "Orhan Abi'yi gördün mü?" diye soruyorlar. 2 tane Orhan olunca işler sarpa sarıyor. Bankadan arayanı mı istersin, iş yaptığını mı, eşi dostu akrabayı mı...

Neyse, konu ile alakası yoktu üst kattaki paragrafın. Nitekim bana olur olmadık zamanlarda olur olmadık sorular geliyor durmadan. Az önce imalatta 2 arkadaş birbirine bağırıyodu, ne var diye bakmaya gittim. Kan akması durumunda birinci derecede sorumlu olduğum için en azından sebebini bileyim diye... Kare kök konusunda birbirlerine kızmışlar. Bir tanesi kare kökü anlatmaya çalışıyor, diğeri anlamamaya çalışıyor. Zor bir pozisyon tabi. Konuşma duyma mesafesine girer girmez anlamamaya çalışan arkadaş "Onur Abi karakök ney?" diye sordu bana. Ben de ne demek istediğini anlamaya çalışır bir bakışla bakmış olmalıyım ki, "mesela 2.3'ün karakökü ney?" diye sordu. 1.516... gibi bişeyler olduğunu gösterdikten sonra "yani yarısı" dedi. Neyse, uzatmayalım, anlattım. Anladı. Sonra benden önce anlamamaya çalıştığı arkadaşa dönüp, "hadi sen şimdi şu makinenin karakökünü al da işimize bakalım" diyerek konuyu bitirdi.

Ha, bi de Iron Maiden geliyomuş. Lütfen sahne önünü ilkyardım bilen arkadaşlara ayıralım. Malum, amcaların yaşı Türkiye'ye göre oldukça geçkin. Yaşıtları belediyenin Emekliler Kafeteryası'nda oturup lak lak yapıyolar. Dünya değişik yer...

04 Mayıs 2013

İnsanoğlu Kuş Misali

Bir arkadaşım var İzmir'de. Her gün görmek istediğin insanlardan. Ama senin görmek istediklerinden olmayabilir. Senin istediğin ile benimki aynı mı be Onur? O da bana çok iyi davranıyo. İnsan olduğumu hissettiriyo. Sağolsun varolsun.

Beni en çok fırçalayan işyerindeki ustamız Osman Abi. Hemen hemen aynı yaştayız, o bana saygıdan, ben ona saygıdan, birbirimize hep abi... Neden elinle uğraşmıyosun, neden yemek yemiyosun, neden kendine bakmıyosun, neden yağa pisliğe bulaşıyosun... Hep fırçalıyo. He, bi de kilo vermeye çalışıyo. 102 kiloydu, ben 55. Çok uğraştı, 100'e düştü. Ben hiç uğraşmadan 50 kilo oluverdim. Kızdı bana. Hakiki manda derisi kemere gözünün yaşına bakmadan 4. deliği deldiğim için mi, onun hakkını yiyerek daha fazla zayıfladığım için mi anlamadım. Osman Abi, çiğnediğini yutamamak eğlenceli bişey değil, valla bak.

Florya Beşiktaş hattında çalışan bir arkadaşım var. En eski arkadaşım o benim. Seyrek görüşürüz ama birbirimizden haberimiz olur. Her telefon konuşmasından sonra o 2-3 gün içinde buluşmaya karar veririz. 2-3 ay oldu heralde, görüşmedik. En son dut gibi sarhoşken aramıştım galiba. Sonra da Florya'daki evine gitmiştim. Babası aile dostu, bişey demedi. Arkadaşım beni ayıltana kadar çok kahve verip çok dinledi. Yazık. Sabır işte, Allah birinden alıyo diğerine veriyo.

Burda bi komşumuz var. Deli. 13 sene olmuş. Hala deli. Ortak olduğu firmadaki hissesini devredip 18'lik kızları kovalamaya başladı. Şimdi Rus bir kız arkadaşı varmış. Fesuphanallah. Eski motosikletim 190'ı geçmiyodu, hafif kalıyodum. Beraber binip 210 yapmıştık. Deli işte. Motosiklette arkaya binilir mi hiç? Deli.

Bakkal vardı bi tane de. Az attığını hiç duymadım. Altılıda yine 5'te kalıyo her gün. Başka bir gün Çerkezköy'den bir arsayı 2.000.000$'a TOKİ'ye satıyo, olmazsa Ağaoğlu'na filan teklif ediyo. Başka bir sabah oluklu muhavva fabrikası, akşamında ciklet fabrikası kuruyo. Neyse, bakkal el değiştirdi, şimdiki bakkal sadece antidepresan kullanıyo, bi de soğuk bira satmayı göze alıp dolabı çalıştıracak kadar müsrif.

Çok atan, üstüne üstlük yalancı bir eleman daha var. Bira içiyo 2 tane, kıçı kalorifere değdiği için sıcakta 6 bira etkisi gösteriyo, üzerine iddia kaybedip 10 tane tekila içiyo, sonra rakıyla devam edip bilmemne bilmemne... Sanki alkol muayenesi yapıyorum, ya da iddiam var bu konuda. 1.5 birada kafa sağa yatıyo benim. Allahın manyağı. Bunların ilacı metil alkol.

30 yıllık evliliğini bitirip kuzeniyle evlenen bir tanıdık da var. Hepimiz aynı oksijeni tüketmiyoruz sanırım.

Pepee'nin  ninesini iğfal edip dedenin balonu ile uzaya göndermek isteyen, ertesi gün Müge Hanlı (Namlı, Mallı, Ballı, her ne ise)'da ağlaya ağlaya aranmasını isteyen bi tanıdığım da var. Aynı vücudu paylaştığım... Bi de kurban bayramında Teletubbie kesmek istermiş. Adak olmaz diyolar Teletubbie için. Fetva almak lazım.

Haseki Hastanesi'nin arkasında, biraz üstte Keyci Hatun Mahallesi vardır. Mahallenin aynı isimli bir de minik, bıdık bir camisi. Bir de zamanında bir müezzini vardı. Abdest bozan modeli. Sabah ezanı okurken mikrofona doğru balgam çıkarma sesleri, geniz temizleme sesleri... Dinden soğuma dönemime denk geliyo olması tesadüf mü?

Caminin bizim sokakla birleştiği köşede Hayat Eczanesi vardı. Orada çalışan beyaz saçlı, bordo Şahinli adamı hiç sevememiştim. Ölmüştür belki, Allah rahmet eylesin.

Biraz daha yukarda, Cerrahpaşa Caddesi'ne doğru bi bakkal vardı, Bilal Abi. Hayatımda gördüğüm en temiz insanlardanmış, zaman geçtikçe anlıyosun tabi. Son gördüğümde kapatmış, arka sokaktaki bakkalda çalışıyodu, bunu göreli 10 sene oldu heralde. Saçları akça olmuştur artık. İşletmelerin borçtan değil alacaktan battığını ondan öğrenmiştim.

Onun yukarısında bi bakkal daha vardı. Bilal'den çok daha eski. Ahmet Amca olabilir. Adamla alışverişimi pek hatırlamıyorum. Ama şöyle bir hatıram var o bakkalda. Ezelden beri canım bişey çekmez. Bi kere çubuk kraker çekmiş. Zuladan almışım 25 - 50 kuruş, artık neyse, soluğu bakkalda almışım. Karısı var. Bana kızmıştı, "bişey alacağınız yok, paralar bitsin diye geliyosunuz" demişti fahişe ruhlu. Meğer bozuk paralar değişiyo muymuş o ara, tedavülden mi kalkıyormuş, bişey vardı. O zamandan beri canım bişey çekmedi. Aldıysam da yiyemedim.

Hayat Eczanesi'nin altında, yarım bodrum gibi kalan bir bakkal daha vardı. Anasını eşekler kovalasın. Hiç aklıma gelmemişti köpoğlusu. Eski Türk filmlerindeki hacı karakteri bu adamın hacca gitmiş halidir. En son 10 yumurta almaya gitmiştim. Evde annem yumurtaları dolaba koyarken "A-aaaa" diye şaşkın bir çığlık attı. Adam bana 9 yumurta + 1 tane kabuk satmış. Valla öyle. Yumurtanın içi boştu. Bi kenarında minik bi delik vardı. Adam içindeki embriyoyu çaldı, böbreklerini satacak demiyorum. Abicim teker teker poşete koyduğun yumurtanın içinin boş olduğunu anlamıyosan o sırada kafanda uzay fiziğini filan çözüyor olman gereklidir; benim lügatta böyle yazar. Anasını eşekler kovalasın.

Daha çok var.

19 Nisan 2013

Şahin Dönüşü

Ben ilkokul 2, 3 ve 4'e giderken Şirinevler'de oturuyorduk. Mahallede bisiklet çok moda idi. Bir de çok sık geçen kamyonların altında kalmamaya çalışıyorduk.

Bir dönem Şahin diye bi çocuk türedi mahallede, ortalamadan daha büyük yaştaydı. Sarı bi bisikleti vardı, yeni bir bisikletti. Yanlış hatırlamıyosam, kadrosunun üzerinde vitesi vardı, çok artistik bi bisikletti. Durunca "çıt" sesi ile vites değiştirirdi. Sanki araba... Ama bilmiyoduk tabi sistemi. İlk gördüğüm vitesli bisiklet olabilir. Abim daha iyi hatırlar.

Bu Şahin denen çocuk muhtemelen geldiği mahallede arka kaydırmayı öğrenmiş, bizim mahallede "ben buldum" diye hepimizi keklemişti. Düz gidip hızlanıyosun, sonra arkayı kaydırarak 180 derece dönüyosun. Arka freni sıkarak. Bildik bir hareket.

Abimle benim de bir tane Cevher marka bisikletimiz vardı. Dolma lastik. Minicik bişey. Ne makineydi ama! Hızlanana kadar bacaklar ağrır, biraz sert dururken takla atar. Takla atar dediğim, sağa sola değil, seninle beraber öne doğru... Bi tek ön fren vardı. Fren analog gibi değil, dijital gibi çalışırdı. Yani freni az sıkabilmek biraz maharet isterdi. On - Off gibi çalışırdı. Muhteşem bi dinamik tasarım... Ama mahalledeki Şahin Dönüşü furyasına biz de katılmıştık.

Dolma lastik, bi tek ön fren ile abimle ben de Şahin dönüşü yapabiliyorduk. Çoğunlukla. Dizlerimde hala Şirinevler asfaltının izleri var. Sabah işe gelirken bu aklıma geldi.

Sonradan Şahin'le bi kere konuşmuştum. Piçin teki. Şimdi gelse dükkanda çay bile taşıtmam. Hey gidi hey!

Abime sevgilerle...

13 Nisan 2013

Kırık Kalplerden Firmamız Sorumlu Değildir!

Evet, son zamanlarda Onur San aynı zamanda tüzel bir kişilik olduğu için bu uyarı yapılmalıydı. Tüzel Onur, gerçek kişi Onur'a anlatsın bunu. Onur da dinlesin beni, ben de onları. Üçümüz bolca muhabbet çevirelim. İsteyelim ki konuştukça en derine kadar inelim. Beraber gülelim, ağlayalım, umutla dolalım, çöküp bitelim, bittiğimizi hissedelim, bir gün öleceğimizden iyice emin olalım, yalnızlığımızdan kurtulalım sonuna kadar...

Birbirimizin kalplerini iyileştirelim. İyi bakalım kalbimize. Kırılmasına engel olmak için ne gerektiğini bulalım; yalnız yapamıyorsan yardım almalısın. Ben bunu yalnız bulamadıysam, üç tane Onur bunu başarır. Kesin başarır. 19 x 3 senelik okul hayatı, 3 tane beyin, hemen hemen 6 tane el, 3 tane ağız eder. Olmaması için sebep yok!

Ama Onurların hiçbiri yalnız kalmamalı. Birbirimize sürekli destek olalım. Ölüm bile bizi ayıramasın. O kadar iyi arkadaş olmalıyız.

Kırmayın kalbimizi.

14 Ocak 2013

Evolution, Ubuntu, Linux

Evolution, Linux Gnome Desktop için yazılmış güzel bir e-posta takvim programı. MS Outlook gibi, ancak çok daha hafif. Bilgisayarın kaynaklarına çok daha az yüklenen, kullanması kolay, ayrıca ücretsiz.

Bunun yanında virüs yok. MS'un benzer programlarından bilgileri import edebiliyosun. http://projects.gnome.org/evolution/ adresine bir girin derim.

Ubuntu Linux kurulumu kolay, kullanması kolay, 2005 model dandik bilgisayarımda halen başarı ile çalışan...

Eğer oyuncu değilseniz, PC kullanıyorsanız, ofis işleri ile iştigal ediyorsanız, hiç olmazsa bir kere deneyin. Ancak sabırla deneyin. At arabası kullanan bir adamın spor arabaya alışması gibi bir geçiş sürecine gireceksiniz. Biraz sabrederseniz önünüzde güzel kapılar açılacak.

10 Ocak 2013

Ex-Emekçi Patronun Gündüz Düşleri

Kendimi unutacak kadar uzun zamandır yazamadım. Hayatı bir rafa kaldırıp işe güce fazla giriştim.

İşle ilgili birşey olduğu zaman her seferinde söz vermeme rağmen kendimi kaybediyorum. Aylarca işyerinde yattığımı biliyorum. Ama sonunda bu kadar kasmaktan vazgeçmem gerekti.

3 ay kadar önce sol elimi makineye sıkıştırıp 2, 3 ve 4. parmaklarımı kopardım. Acil, hastane, oradan bir başkası derken 7 saatlik bir ameliyattan sonra biraz kısalmak suretiyle üçü de dikildi. Peşinden hala sürmekte olan fizik tedavi...

Bu kadar kasmaktan vazgeçmemin sebebi maalesef parmakların kopması değil; kafam o kadar çalışmıyor. Parmakların kopması sadece işten mecburen geri durup seyretmeye meyletmeyi sağladı. Herhangi bir zaman herhangi bir iş yapmak yerine, kimin nerede ne iş yapması gerektiğini söylemek durumunda kaldım. Baktım işler yine yürüyo... Hatta ben hastanede ve evde yatarken de iyi kötü yürüyordu.

Kendimi böyle geri çekince, boş zamanlarda daha fazla şey düşünmeye -ki en sevmediğim faaliyettir kendisi, kimi düşünür, kimi aksiyona girer, ben ikincisiyim- ve seyretmeye başladım.

Nihayetinde, 2 aydan beri oturup iş veriyorum. Takılınca soruyolar filan. İyiymiş böylesi.

Bununla beraber iş yapmakta olduğum diğer insanların da bensiz yaşadıkları huzurlu ve özgür hayatı da kıskaca almaya başladım. Hayırlısı...

Şimdi işyerinde kitap okuyorum mesela. Benim için son derece garip bir durum.