10 Temmuz 2012

Birileri demiş ki...

insan her zaman ihanet eder sonunda.
kimseye güvenme.
- bukowski, pis moruğun notları

------------------------------
Zaman zaman var olan en yalnız adam olduğumu düşünüyorum. Dediğiniz gibi bunun, insanların varlığı ya da yokluğuyla ilgisi yok, üstelik yalnızlığımı elimden aldıkları halde gerçekten eşlik etmeyenlerden de nefret ederim.

Ne demek istiyorsunuz, size nasıl eşlik etmiyorlar?

Benim için aziz olan şeylere değer vermeyerek! Bazen yaşamın o kadar içini görebiliyorum ki birden doğrulup çevreme baktığımda kimsenin yanımda olmadığını, bana eşlik eden tek şeyin zaman olduğunu görüyorum.

------------------------------

Zamanın yüzeysel yaşam olanaklarını bir lokmada yutabileceğini, ama gizli yaşamın tükenmez olduğunu mu düşünüyorsun?

---------------------------------

Arzu edilenden ziyade arzu etmeye aşığızdır.

14 Haziran 2012

Yıkılma...

...dım, ayaktayım ama ayakta duran tek şey bacaklarım anasını satayım. Gövde, üzerinde bir ser varsa gövdedir. Çimen de ayakta duruyo.

Peki ben kafamı nereye koydum? Sağduyumu filan? İnsanlığımı gören oldu mu peki? Bulan varsa buradan bana ulaşabilir mi?

Sağlıcakla kalın, eğer halen bir sağlıcağınız varsa. Onu da bulamıyorum.

02 Haziran 2012

Dağınıklık

Fabrikada ürünleri -hemen her yerde olduğu gibi- üst üste diziyoruz.
Plastik ambalaj hafif olduğu için, ancak daha önemlisi doğru dürüst
bir depo alanımız veya istif raflarımız olmadığı için mümkün olduğu
kadar yüksek sıralar yapıyoruz.

Şekil itibari ile üst üste dizilmek için dizayn edilmemiş ürünlerin
istifleri arada bir yıkılıyor. Özellikle geceleri. Neyse, istif
devrildiği zaman tekrar üst üste koyuyorsun. Zor iş değil ama can
sıkıcı tabi. İçeride fazla ürün varsa o zaman biraz daha can sıkıcı
oluyor, hareket kabiliyeti azalıyor. Yıkılan istifi dar alanda tekrar
yaptığında, ilk hali gibi olmuyor nedense. Daha kolay devrilecek bir
havası oluyor. Yani 1 hafta yerinde duran istif, bi şekilde
yıkıldıktan sonra yerine yapılan 1 gün duramayacak kadar kötü oluyor.
Onun dışında ürünlerin doğasından ve içine koyduğumuz plastik poşetler
sebebiyle, yerde ne kadar toz ve çöp varsa statik elektrik ile
üzerlerine çekiyorlar. Hem istif bozuk oluyor, hem de pis görünüyor.
Bir de kazara poşetler yırtılıdığında iyice bok oluyor iş.

Birkaç istif üst üste yıkıldığı zaman? Ana avrat sövüyorsun işte.
Benzer ürünleri ayıklamak, istif yapabilmek için yer açmak adına aynı
şeyi tekrar taşımak v.s. can sıkıcı şeyler. Amerikan filmlerinde
dağılan market ürünleri geliyor aklıma. Sonra birileri onları
toplayacak, ister filmde ister gerçek hayatta. Bizdekiler alt tarafı
plastik ürün. Poşetleri değiştirip / silip özenerek tekrar dizmek
mümkün.

Peki ya senin içindeki herşey üst üste yıkıldığı zaman ne yaparsın? Ne
yapacaksın? Ne yapılabilir? Aradığın hiçbir hissi yerinde bulamazsan?
Hemen hemen hepsi kırılmışsa? Plastik değil ki bu düşünce sağlam
kalsın... Meğer sağlam sandığım temellerim o kadar da sağlam değilmiş.
Belki de darbeler çok ağır ve peş peşe gelmiştir.

--
Onur SAN

28 Mayıs 2012

Yetmez Ama Evet

Eskiden bi walkman'im vardı. Bir tane Metallica, bir tane Iron Maiden
kasedini döndüre döndüre yıllarca dinledim. Şimdi binlerce mp3 var ama
yetmiyor.

Eskiden TRT'de ne çıkarsa seyrediyoduk. Şimdi yüzlerce kanal var,
internette istediğin her halt var ama yetmiyor (televizyonum yok ve
internet hala kesik HAHA).

Hala yeten tek şey var. Kitap. Tüketim toplumuna zıt koşmuş, hala
koşan, her zaman da koşacağını umduğum tek şey. İster kağıtta, ister
monitörde, ister e-ink üzerinde... Böyle kalsın. 1984'teki gibi
olmasın. NTV yayınları denedi bir ara, tuttu mu bilmiyorum. İnşallah
tutmamıştır.

Yürüyen embesil olmamak için kitap okumak gerek. Yeteri kadar okumuş
olmak yok. Ne olusa olsun oku. Yetmez ama evet, okumaya devam. Belki
bir gün yazarım da, kim bilir... (Nerde sende o göt)

--
Onur SAN

25 Mayıs 2012

Akü Suyu

Argoda "akünün suyunun boşalması" diye bir tabir var. En sevdiğim ve
yaşadığım. Fabrikaya Pazartesi sabah girip, en erken Cumartesi öğleden
sonra 2'de çıkıyorsan, bunu bilmekten daha fazlası geliyor başına.
Perşembe sabah akünün suyu boşalıyor.

Bu sabah kalktığımda gözlerimin şiştiğini farkettim. Ayna
kullanmadığım için sadece farkettim. İmalata indiğimde biri ağlayıp
ağlamadığımı, bir başkası uyuyup uyumadığımı sordu. Merak edip aynaya
baktım (ama karanlıkta HAHA). Neyse, Tayyip Erdoğan'ın Amerika
Birleşik Devletleri'nden dönüşünde havaalanında basın mensuplarına
demeç verdiği sırada gözlerinin altında var olan torbalardan dubleks
olarak vardı bende, yanağıma kadar inmiş ki, yanak şiş değil çukur
olduğu için daha beter görünüyordu. Mikrop kapmış da olabilir tabii.
Kuşların üstüne sıçtığı, tozun içinde bir koltukta yatıp kalkıyoruz
nitekim. Neyse, geçti. Yani geçmiştir herhalde, aynaya tekrar bakmadım
ama dışarıyı görebiliyorum şu sıra...

Bakalım yarın sabah ne göreceğiz aynada.

--
Onur SAN

Uçan Pantolon

Bir kemerim var. Mahalleden bir abi, son deliği denemesine rağmen
beline uymadığı için bana vermişti. Aldıktan sonra ilk deliğin
öncesine bir delik daha delip öyle kullanıyordum birkaç senedir.
Açtığım deliğin adı 'birinci vites'. Yemeklerden sonra ve sakin
haftasonlarında son deliği kullanıp, yemeğe yaklaşan saatlerde ve
haftasonuna yaklaşan günlerde birinci vitesi kullanıyordum. Şimdi bir
de geri vitese ihtiyacım var, bir delik daha.

Bu sırada aklıma uçan pantolon fikri geldi. Madem benim pantolonlarım
tüm çabalarıma rağmen yer çekimine karşı koyamıyor, o zaman diğer
insanların pantolonları uçan pantolon olmalı. Aynı fiyata hem düşen
pantolon, hem uçan pantolon alınabiliyordur belki. Satıcıya özellikle
söylemediğin zaman düşen pantolon veriyordur. Bu bilgi benden başka
tüm insanların sahip olduğu bir bilgi olabilir, diğer çok şey gibi
bunu da kaçırmış olabilirim hayat ve insanla ilgili; bırak tekstil
sektörünü...

Bununla beraber, şu da olabilir. İnsanlar kendilerine pantolon almaya
gittikleri zaman uçan pantolon satılıyordur, başkasına pantolon
aldığın zaman düşen pantolon veriyorlardır. Onun için herkes
hediyelerin içine fiş / fatura / değiştirme kağıdı koyuyordur. Annenin
sana aldığı düşen pantolonu yanında fişiyle beraber götürüp senin
giyeceğini ibra ettiğinde uçan pantolon yaptırabiliyorsundur. Onun
için benim pantolonlarım hep düşen pantolon olabilir. Hiçbişey
almıyorum, bana birileri alıyor. Evet bu daha mantıklı. Yakası
kaymayan tişört, kokmayan ayakkabı, delinmeyen çorap, lastiği
genişlemeyen don, kafayı sıkmayan şapka, hepsi böyle olabilir. Evet
evet, bulduum!!!

--
Onur SAN

23 Mayıs 2012

Rage!

Bu bir emirdir.

--
Onur SAN

14 Mayıs 2012

Çadır

Raskolnikov gibisin, çadır kurmak istiyorum.

Kalıp toplarken bu cümle geldi aklıma, dönüp duruyo. İçimden atmam
gerekiyodu, buraya yazdım. Evet, kalıp biraz ağırdı...

--
Onur SAN

01 Mayıs 2012

Şarj

Tersi güzel olmayan cümle:
- Şarj cihazınızı telefonuma takabilir miyim?

Ne kadar masum. Tersi ise:
- Şarj cihazımı telefonunuza takabilir miyim?

Hiç olmadık şey. Haydi kızlar gusül abdestine. Kötüyüm biliyorum. Ama
yıllarca alet kaldırma sihirbazı kullanmadık mı? Bi de fabrikada
yaşayan kırlangıçlar bilgisayara da sıçmışlar haftasonu. Nasıl intikam
alırım? Alet kaldırma sihirbazı ile mi? Diyelim ki aleti kaldırdık,
peki kanat açma sihirbazı var mı? Neydi o, molfikis mi molpedis mi,
sapanın ucuna ondan takıp bi deneme yapmalı...

--
Onur SAN

?

Mutfakta, yemek odasında,
Gerçek bambu Kemosan'da
Hem yazlık, hem kışlık
Gerçek bambu Kemosan'da.

Ahh, bir zamanlar Veys FM vardı. Kemosan bile onu ayakta tutamadı...
YAaaaa, Veysefem...

--
Onur SAN

27 Nisan 2012

Sorgulayan Denemeler - 2

Adam bi de şunu yazmış:

" Düşmanımızın elimizden alınmasından hoşlanmıyoruz; acı çektiğimiz
zaman nefret edecek birilerini arıyoruz. Acıları akılsızlığımız
yüzünden çektiğimizi düşünmek bile çok düş kırıcı; fakat insanlığı bir
bütün olarak aldığımızda gerçek bu."

--
Onur SAN

Sahte adres

Google Chrome'un Incoginto'su ve Firefox "Gizli Tarama"sı sayesinde
çift kişilikli insanlar yaşama şanslarını arttırdırlar.

Benim Gmail sürekli açık durur. Sahte adresi de arada bir incognito
açarak kontrol ederim. Sahte adresten online olup, sonra unutup, esas
adreste sahte beni online görünce çocukluk arkadaşımı görmüş gibi
sevinip mesaj atıyorum.

Hasta ruhlar kumpanyası, bu akşam Gülhane'de.

--
Onur SAN

26 Nisan 2012

...

E hepimiz öleceğiz? O zaman bu kadar dert, çile, acı neden? Öleceğiz
diye mi? Zaten öleceğiz arkadaşım. Adam evet evet adam. Saçmalık.
Herşey. İçinde insan olan herşey hem de.

--
Onur SAN

Tek Boyut

Tek boyutlu yaşa.
İrdeleme.
İnceleme.
Muhakeme yapma.
Bol bol "zaten" kullan.
Sorulara "N'apiyiim?" diye cevap verirken rahatsız olma.
Yapma.
Yaptıklarının sonuçlarına katlanma.
Yapmadıklarının sonuçlarına katlanma.
Katlanma.
Tek boyutlu yaşa.
Al.
Verme.
İste.
Verme.
Daha çok iste.
Kumpas kur.
Sorumlu tut.
Beklenti içinde kal.
Tek boyutlu yaşa.
Uzak dur.
İçinde olmadığın için şikayet et.
Suçsuz kal.
Vicdanını rahat ettir.
Nefes al.
Nefes ver.
Siktir git.


--
Onur SAN

24 Nisan 2012

Bertrand Russell Demiş Ki:

Sorgulayan Denemeler kitabında (1.5 aydır 100 sayfa kitabı okuyamadım,
sadece her sayfası dolu dolu diye değil de, hani enerji, kafa,
dinlenme dakikası eksikliğinden) sayfa 43'te demiş ki:

"Eskiden mantık çıkarım yapma sanatıydı. Şimdi ise, doğal olarak,
yapma alışkanlığında olduğumuz çıkarımların ender olarak doğru olduğu
anlaşıldığından, mantık da bir çıkarım yapmaktan sakınma sanatı
olmuştur."

Seviyorum bu adamı. Mezarına şarap dökülesi olanlardan.

--
Onur SAN

Atasözü Serisi

Burnu akan adam başı dik yürür.

--
Onur SAN

20 Nisan 2012

18

Bugün 18. gün. Son 18 günde eve 1 kere, 1 saatliğine gittim. 2 gece
arkadaşımda, 2 gece de kayınpederde kaldım, geri kalan geceler
işyerinde 3 ilâ 5 saat uyuyarak, birkaç kere uyandırılarak geçirdim...
Arkadaşımda kaldığım gecelerde birer kere duş aldım. Son 18 günde 1
kere dişlerimi fırçaladım. 1 adet chiller denen soğutucuyu, hayatımda
ilk defa görmeme rağmen elektrik ve su tesisatını tamamen kendim
çekerek monte ettim. Son 18 günde toplam çok saat çalıştım, çok ürün
çıkardım, çok tamir yaptım, söktüm, taktım. Kısa süreli iyi
arkadaşlarım oldu. 3 kişiyi işe aldım, aynı 3 kişi haber bile vermeden
işe gelmez oldular. Muhtemelen gerçek değildi ama emin değilim. 2 kere
'sesler' duydum. Bir tanesini duyduğumu başkasından öğrendim;
hatırlamıyorum. İkinci sesten sonra anlattılar. Çok paket sigara
içtim. Sınırsız kahve içtim. Hiç kitap okumadım. Üzerimi 1 kere
değiştirdim. Ayaklarım paramparça olmak üzere. Hiç kilo vermedim, çok
kan kaybettim. Kollarımda çok kas oldu, kafamda çalışan hücre kalmadı.
Kızımla 5 saat zaman geçirdim, 2 saati sokakta geçti. Çok espri
yaptım, çok kızdım, çok üzüldüm. Hala çok işim var. Ama çok yoruldum.

--
Onur SAN

19 Nisan 2012

En komik soru

1 saat kadar önce şimdiye kadar bana sorulmuş en komik soru ile karşılaştım:

- Onur Abi, sıcaklık düşünce makine soğuyo di mi?
- ?!?!

Cevap veremedim. Soruyu tekrar etmesini istedim. Yine cevap veremedim.
Allahım sen bana sabır ver...

--
Onur SAN

06 Nisan 2012

İş 2

Bir önceki mail'i yazdıktan 2 dakika sonra uzanmıştım. Gözlerim
kapanmak üzereydi. Tam o anda imalattan bir "Onur Aaabiii" diye bi
çığırtı koptu. Sonra kendimi makinenin üzerinde, elimde büyük çekiç ve
keski ile kalıba vururken buldum. Sonra da bileklere kadar gres
yağının içinde kalıbı yağlarken. Bilgisayarın başına geldiğimi
hatırlamıyorum. Aha oldu sana saat 3... 1 saat daha geç yatmak 1 saat
geç kalkmaya bahane mi? Sanmam... Rüyamda beni gör. Tamam Onur.

--
Onur SAN

İş

Pazartesi sabah işyerine girdim. Hala buradayım. Sonradan kendim
hatırlamak için yazıyorum bunu.

Pazartesi gece 2:00 civarı yattım, sabah 7:00 civarı kalktım.
Salı gece uyumadım, sabah 7'de yattım, 11'de kalktım.
Çarşamba gece saat 2'de hala çekiçle bişeylere vurduğumu hatırlıyorum.
Muhtemelen 3 civarı yatmış olmalıyım. Kaçta kalktığımdan tam emin
olmamakla birlikte 8:30 olduğunu tahmin ediyorum.
Bugün Perşembe ve saat 2'yi geçti. Gözlerim kapanıyor ve her kelimeyi
yanlış yazıyorum. Sabah 7'de kalkmam gerekli.

Uyanık olduğun zamanın neredeyse tamamında ayaktayım.

İşyerinde tek gece kalacaktım. Öyle planlamıştım. Bir eleman babasının
vasiyeti üzerine okulu bitirmek üzere işten çıkınca yapacak şey
kalmadı. Diş fırçası yok, yedek kıyafet yok, yedek çorap bile yok. Bu
bağlamda mevcut çoraplarım şu anda statik bir şartlandırma içindeler.
İçinde ayaklarım varmış gibi bağımsız olarak hareket edebilecek kadar
dimdik ve göreve hazırlar. 2 gün daha giysem, ayakkabıya gerek
kalmayacak. 5 gün daha giysem müftüden fetva alıp üzerimden mesh
(böyle mi yazılıyor) yapabileceğim. O kadar zamandan sonra ayaklarım,
çoraplar ve ayakkabılar arasında fark kalmayacaktır. Ayaklarım da ben
olduğum için çorapların an itibariyle bana benziyor olması normal olsa
gerek.

Şimdi zor soru: Kesik internet bağlantısı ile ben blogger'da bu yazıyı
nasıl yazabiliyorum?

--
Onur SAN

01 Nisan 2012

Ah Müjgan Ah

Evet, yine seyrettim. 'Selvi Boylum Al Yazmalım'dan da iyi. Mutlu sonu olmayan Türk filmlerinin delisiyim. Ama en iyisi bu.

Ayrıca Sadri Alışık'ı da çok seviyorum. Her ne kadar tipsiz adamın teki olsa da (belki onun için seviyorumdur, aynaya bakar gibi), karakterin hissettiklerini bana direk hissettiriyo.

Filmin benim için ekstrası, hangi modda olursam olayım, ister mutlu olayım, ister heyecanlı, ister huzurlu, ya da bu akşam olduğu gibi yorgunluktan ve moralsizlikten bitik, bu film bana askerde erlerin ne olursa olsun tek komutta aynı hizaya geçmeleri gibi aynı şeyi yapıyo. Hastalıklı bir durum tabi.

Kısacası, salya sümük ağladım. 30 kere seyrettim bu filmi, her seferinde ağlanır mı? Her repliği ezbere biliyorum, her anı. Yine ağladım. Yuh diyorum bana.

Evet, orta halli bir Türk filmi senaryosu. Ama muhteşem bir son. Hüsnü göğsünde yumuşatıp 90'a çakıyo golü. Seni seviyorum Hüsnü, en az senin Müjgan'ı sevdiğin kadar.

"Müjgan'ı unutmak, Müjgan'ı sevmemek..."

Bunun üzerine ancak Adagio gider.

26 Mart 2012

Kır

Kırılmış bir kalbi onarmak ne kadar sürer? Onarılabilir mi?

Bak işte yine uyuyamıyorum.

03 Mart 2012

Ölüm

Ölüm insana ne kadar yakın değil mi? Ya da aslında yaşamak ne kadar
yakın. Gerçekten yaşamak! Peki hayat avucunuzun içindeyken bir anda
yok olduysa? Hayatın bir anda yok olabileceği gerçeğinin farkına
varmak, bunun olabileceğini öğrenmek? Bir gün ölesiye mutlusun,
yürürken ayakların yere değmiyor bile. Ertesi gün, bir insan bilmeden,
düşünmeden bir cümle sarfediyor ve adım atmak yerine bulunduğun yerde
yok olana kadar beklemek daha kolay ve huzur verici gelmeye başlıyor.

Aslında ölmedin. Ama ölümle yaşam arasındaki fark kalbin vücuda kan
pompalaması mı? Yoksa kafanın içinde mi yaşamak dediğin şey? Birinin
elini tutmak mı insanı hayatta tutan, yoksa birinin elini tutma umudu
mu? Pilav üstü kurufasulye yemek mi, bunun gerçekleşeceği ana kadar
gereken sabır mı? Sen değil misin çölde susuzluktan ölmek üzere olan,
bir adım daha atacak hali kalmamış, akbabalara yem olacağından emin
olan. Sonra aynı sen değil mi ne kadar uzakta olduğu belli bile
olmayan vahaya doğru dünya rekoru kırarcasına koşan? Serapmış o, şimdi
sıçtın işte. Pilav üstü kuru da yok, elini tutacağın kimse de.

Yaşam ile ölüm arasındaki ince çizginin farkında mısın? Ne kadar yakın
aslında. Bir cümle ile yok olabilirsin. Vücudun yaşamaya devam
edebilir ancak. Bunun adı da cehennemdir. Sen öldüysen ve vücudun
yaşıyorsa, yanmaktan başka hangi yol var?

Ne kadar geç ölürsen o kadar iyi o halde. Önce kalbin durmalı, sonra
kafan. Kafan önce durursa, işte sana cehennem. Kafası henüz durmamış
olanlar! Cennettesiniz, bunu bilin ve ona yaşayın, yüzünüz gülsün
biraz. Her an ölebilirsiniz. Cehennem bir cümle kadar uzakta!

06 Şubat 2012

Ah

Kimin ahını aldıysam özür dilerim. Kim bana neden bu kadar beddua etti, bir türlü anlayamıyorum. Kefaretimi ödemedim mi hala? Affet beni, her kimsen...

26 Ocak 2012

Çağ

20 sene önce bakkalların kapısında bakkal, berberlerin kapısında berber yazıyordu. Bugün bakkallarda market, berberlerde kuaför tabelası var. 20 sene sonra bakkallar AVM olacak. Peki berberler ne olacak? Cidden merak ediyorum.

Bir de Mr. and Mrs. Smith turn to the dark side esprisi geldi aklıma. Güle güle kullanın.

01 Ocak 2012

Tutku

Tutku nedir?

Bilmiyorum.

Benim için tutku nedir?

Bunu biraz biliyorum.

Nedense şimdi aklıma geldi bu kelime.

“Bana bir masal anlat baba” isimli gerzek şarkıyı dinlerken aklıma geldi. Demek o kadar da gerzek bir şarkı değilmiş. Bir zamanlar gerzek olduğunu düşündüğüm, büyüyünce hala daha gerzek olduğunu düşündüğüm ve zamanla emin olduğum bir akrabamdan bile bişey öğrenmiştim. O kadar gerzek değil mi acaba? Yok yok gerzek. Konu dışı Arap. Pardon.

Ben de 1 seneyi aşkın süredir babayım. Pişman mıyım? Birçok açıdan evet. Bencil olsa idim çok memnun olurdum baba olmaktan. Üstüne üstlük utanmadan mutlu bile olabilirdim. Acı. Hangisi daha acı bilmiyorum. Annelik gibi bişey değil babalık. Nasıl bişey bilmiyorum, anlatılır gibi değil. Belki de anlatılabilirlik açısından anne olmak gibidir.

Ama aklıma abim geldi. Sonra da babam. Şarkıyı dinlerken aklıma abim geldiği zaman gülümsediğimi farkettim; aklıma abim geldiği zaman gülümsememin tersine döndüğünü farkettiğimde...

Kafan güzelken başladığın yazıyı yarım bırakır, ertesi gün son derece dinç kafa ile okuyup birşey anlamazsan boşuna yazmışsındır. Hisler sabir durmuyor demek ki. Dün hissettiğin şeyin yerinde bugün yeller esiyor. Ya da sandığın içine geri kaçıyor, sandığın anahtarı ile birlikte.

Tutku nedir gerçekten? Yani bir bisküvi markası olacak kadar düşmüş (belki de yüce) bir his mi? Yüce olmalı, yoksa bisküviye bu isim verilmezdi, ne bileyim, kamyon lastiğine soğuk kaplama yapılır ya, belki kısaca “soğuk kaplama” denirdi. Soğuk kaplama da aslında o kadar yüce bir kelime, milli açıdan bakarsan. Nitekim memleketimde kullanılan lastiklerin neredeyse tamamı ithal ediliyor. Demek ki soğuk kaplama denen şey sayesinde döviz içerde kalıyor, memleket kalkınarak muhasır medeniyetler seviyesine çıkıyor. Hepsi soğuk kaplamacılar sayesinde. Bir gün bir bisküvi firmam olursa, ilk ürüne “soğuk kaplama” adını vereceğim. Son ürünüm o olsa bile bunu yapacağım.

Etrafımda reklamcı insanlar vardı bir dönem. Yani bir dönem beraber zaman geçiriyorduk. Hala arkadaşlarım onlar, ancak daha seyrek görüşebiliyoruz. Benim dünyayı kurtarmam gerektiği için arkadaşlarıma zaman ayıramıyorum. Neyse, onlar sayesinde “hedef kitle” diye bir terim öğrendiydim. Şimdi bir insan bisküviye “Tutku” markasını koyduğu zaman hedef kitlesi ne olur? Takılıyorum arkadaş böyle boktan şeylere, ne yapayım? Muhtemelen köyde doğup köyde büyümüş, hiç şehirde yaşamamış, gün doğarken uyanıp çalışmaya başlayan, yatsıyı kılıp uyuyan yaşlı amca hedef kitlesi değildir muhtemelen. Hayır pardon. Saçmalıyorum. Saçmalarken bile aklıma aynı anda 10 tane senaryo geliyor. O yaşlı amca da tutkulu bir insan olabilir pekala. Bu durumda çocuklar hariç herkes hitap kitlesi. Neden çocuklar hariç? Bilmiyorum. Muhtemelen eril hormonlar salgılanmaya başlamadan tutku denen şey ortaya çıkmıyordur. Demek işin içinde en az bir adet Freud var! Evet, nerden nereye. Demek ki “Tutku” markası ile lanse edilen, bakkallardan marketlerden ısrarla istenen ürünün hedef kitlesinde olabilmek için üreme organlarımızdan normalde akmayan sıvıların akmaya başlaması gerekiyormuş. Ergenliğe adım atan gençler marketten Hustler alırken yanında Tutku isimli bisküviyi de isteyebilirlermiş.

Bugün ne öğrendik? Bi bok öğrenmedik yine. Aynı yerimizde sayıyoruz. Tutkunun ne olduğunu irdelemeye çalışacaktık, sıçtık. Ortada kaldı herşey. Ot içip yazacağım bir dahakine. Sonra da ayılmadan yayınlayacağım. Ama nerede yayınladığımı da bilmem lazım. Kendime mail atmalıyım.