31 Ekim 2008

Sansür ve Getirdikleri

Blogger kapandıktan sonra deli gibi delirdim. Çok sinirli bi insan kadar da sinirlendim. En az afakanlar basmış kadar afakanlar bastı. Ve bu gazla bilgisayarıma WordPress kurdum.

Ancak wordpress kurana kadar, şu ana kadar geçen gece dahil, toplam 3 gece uykusuz kaldım. Birinde hiç uyumadım. Sonunda uykusuzluk sebebiyle yaptığım hataları bulup bilgisayarımdaki blog server'ı aktif hale getirdim.

Ancak bookmarklar içinde server administrator ve anonim giriş arasında gidip gelirken yanlışlıkla blogger sayfama basmış bulundum. Blogger açılmış. Amına koyiyim. Açılmış iyi olmuş da, heralde benden başka kimse kasıp bilgisayarına blog server kurmamıştır. Sevineyim miiii, üzüleyim mi bilemedim.

Biraz MySql, biraz PHP, biraz da apache öğrendim. Bir daha işime yaramayacak hiçbiri.

3 gece x 150 = 450 sayfa kitaptan
ya da
3 gece x 8 = 24 saat uykudan
ya da
4 şişe şarap + 10 kutu bira
ya da
3 adet server-side sistem bilgisinden
zarardayım.

Manevi tazminat istiyorum hakim bey!

15 Ağustos 2008

Sök Kalbimi

Bazen arkadaşlarım kendilerini çok kötü hissediyolar. Sevdiğim arkadaşlarım. Bu da yetersiz oldu. Çok sevdiğim arkadaşlarım. Önem verdiğim insanlar. Hiçbir hata yapmamış ama hataların hepsini kendilerine mal etmiş insanlar. Başlarına gelen şeylerin tek sorumlusu olarak kendini görenler. Çevresiyle ilgili diyecem bi de ama bunu anlatmak zor. Gazete okuyan anlamında değil, gerçekten çevresinde ne döndüğünün farkında olanlar.

İşte bu kadim dostlarımın kendilerini kötü hissettiğine şahit olduğumda, biri kolunu daldırıp kalbimi sökse daha iyi hissedebilirim. Değer verdiğim çok az insan var, onların kötü hissetmesine dayanamıyorum. Çoğu zaman elimden 3-5 saçma cümle sarfetmekten başka bişey gelmiyo; hepsi de klişe zaten. İçimde top gibi, ağır, sert bişey oluşuyo ama bırakacak yer bulamıyorum. Buraya bıraktım işte... Kendimi kandırayım birazcık daha...

20 Temmuz 2008

Beytullah

birileri ev yapımı şarap getirmişti. alkol oranı çok yüksek sanıyorum. kola şişesinde geldiği için evirip çevirip okuyamıyorum. hayır, çok içmedim. beytullah da msn'de çok içtiğimi söyledi, ama sadece açığım.

beytullah'tan bahsedelim o zaman. kısaca betul ya da beyto diyoruz kendisine. allah demiyoruz mesela. zaman zaman allah da diyenler oluyo; o sırada beyto o "allah" diyen kişinin üzerinde oturuyo ya da o kişiyi (çoğu zaman hüseyin) ısırmakta oluyo. beyto abartırsa, hüseyin hiç kendine yakışmayacak şekilde ve beyto'da olmayan bir organı kastederek "amına koyim" de diyo.

beyto muhteşem bi adam. kendi dükkanı, kendi işi olmasına rağmen tek kelime etmeden dükkanını bırakarak dişi ağrıyan bi arkadaşını ığdır'a kadar sırtında taşıyabilecek kadar yardımsever. böyle biri olabilir mi diye düşünüyosun kendi kendine. varmış bi kişi (kapitalist düzende "armut" deniyo bunlara). artık bi motosikleti var. ilk gördüğüm anda aklıma gelen tek şey, o motorla türkiye turu yapmak idi. halen de aklımdadır. konu ile alakasız bi cümle olarak, bunun aklıma gelmesi mi (düşünerek bulmak ayrı) yoksa bunu yapmak mı alternatif acaba... unutmazsam motorun resmini ekleyeceğim.




beytul kuvvetli, terleyen, toplu bir insan. künefe ile çiğ köfte yiyebilen kişi. sakin olamayan insan. sakin konuşamayan adam. tüm isteklerimi reddeden kişi (sonraki kısım). arkadaşı için (hüzeyin mesela) dünyayı yıkabilecek adam. bi yandan da öylesine saf ve temiz (-->imrendiğim kısım) -ki aynı sebeplerle son derece romantik ve ince ruhlu. insan olduğunun, görev ve sorumluluklarının tamamının farkında olan insan. seviyorum. tanıyan ve arkadaşı olabilen herkes de sever sanıyorum. pırıl pırıl bi maden.

gelelim ona yaptığım tekliflere ve aldığım red cevaplarına:

bölüm 1:
- ya beyto, 1 saat önce yedim, yemeyecem.
- tamam daaa, yersin işte
...1 porsiyon sac kavurma, çiğ köfte, salata ve künefe gelir. yarısı çöpe gider.

bölüm 2:
- beyto bunlar kaç para tuttu?
- ne kaç para?
- aldıklarım işte!
- ya bişey tutmadı.
- sikecem lan, olm arkadaşlık başka konu. bunlar kaç para!?
- ben anlamam. batu (--> ileri tarihli bi konu) bilir, ona sor.
...rafları tek tek gezip, fiyatlara bakıp, toplayıp ödersin.

bölüm 3:
- lan beyto, olm biz evlenemeyecez belli oldu. aklımda bi fikir var.
- ne?
- çin'de 14 - 15 yaşında kızlar varmış.
- eee?
- 2'şer 3'er tane getirelim. hangisi kafamıza yatarsa onunla nikahlanırız. diğerlerini de yolda bırakmayız tabi, bi arkadaşa (hüseyin) yamarız ya da evde takılır(lar).
- olmaz.
- neden olm! islamiyet diyosan, kelime-i şahadet getirir müslüman olur, imam nikahı da yaparız, tamam. 15 yaşında kız büyüyene kadar türkçe ve türk kültürü de öğrenir. e daha ne?!
- olmaz.
- evdekilerden çekiniyosan 4 tane getiririz bizim eve. sen ne zaman istersen gelirsin işte (sayın okur, sevişmeye değil, yüzünü eskitmemek için gelecek; yoksa 15 yaşında kızla tövbe tövbe...), ilgilenirsin.
- olmaz.
- neden olmaz olm!
- olmaz.
- ya siktir git be.

bölüm 4:
- beyto be. abin evlendi, sen de evlen kurtul.
- önümde sen varsın abi, evlenemem.
- olm beni beklersen patlarsın. (ya da benzer bi cümle)
- sen evlenmeden olmaz.
- hiç evlenmeyecem ben dersem?
- ....

bölüm 5:
- beyto be. abin evlendi, sen de evlen kurtul.
- önümde sen varsın abi, evlenemem.
- lan lan! çin'den kız alalım diyorum, ona da yok diyosun.
- o olmaz.
- fesuphanallah....

bölüm 6 ve sonrası benzer şeyler. aklıma geldikçe eklerim. beyul'un benden karşılıksız istekleri de oluyo ama onları benim yazmam saçma olur şu durumda. isterse kendi biyerlere yazar, ben buraya link koyarım.

biraz uzadı sanki. aklıma başka şey gelirse eklerim buralara...

05 Temmuz 2008

Tyler Durden Vak'ası

"People are always asking me if i know Tyler Durden" sorunsalı ile savaşıyorum yıllardır. Hayır efendim, "Onur Şan mısın?" sorusu değil bu. O başka biri zaten. Benimle ilgili bana sorulan, benim eskiden olduğum ama şu anda olmadığım kişi ile ilgili bir soru.

Yeni insanlarla tanışmak her zaman zor olmuştur. Bir de yeni tanıştığın insana kim - ne olduğunu anlatmak. Onun için kimseye sormam bunları, aynı işkenceyi yaşatmak istemem. Dün çok sevdiğim bir arkadaşım kanalı ile değişik insanlarla tanıştım. Toplam 3 kere şu konuşma geçti:

O: "Sen nerde okuyosun?"
Ben: "Üniversiteyi 2000'de bitirdim ben."
O: "Aaa! Hiç göstermiyosun."
Ben: "Evet, öyle diyolar."
O: "Ne iş yapıyosun?"
Ben: "Şu an esas işim müteahhitlik."
O: "Karadenizli birinin yanında mı çalışıyosun?"
Ben: "Hayır, müteahhit benim."
O: "Hmmm..."

Yaşını göstermedin tamam, mesleğini belli etmiyosun tamam. Peki o "hmmm" nedir hocam ya? Allah rızası için o "hmmm"ı biri bana anlatsın! "Yalan söylüyosun, belli, biz de yedik" mi diyosunuz, yoksa "hassiktir, işe bak sen" mi? Yırttıracaksınız bana ar damarımı. Dikkatli olun. O şen, neşeli delikanlı gideli çok oldu. Ben, "hangi okuldasın" çocuğunun üzerine kıçımdan kan damlatarak 8 sene ekledim. Ben o değilim artık. Lütfen sormayın bir daha.

Haa, bir de 2 hafta kadar önce 18 yaşında olduğumu ispat etmek için kimlik göstermem gerekti. Noter olsaydı onaylatıp Guinness'e gönderecektim. Gerçi Show TV de ilgilenir böyle şeylerle: "29 yaşındaki adam, 18 yaşında olduğunu ispat etmek için kapı kapı dolaşıyor!". Fesuphanallah... İnsan en çok kendisine gülermiş. Amma eğleniyorum bi bilsen okuyucu insanı.

26 Haziran 2008

Kene, Kene Korkusu, Trafik

Manyak mısınız arkadaşım? Keneden korkmak da neymiş?

Son 1 senede kene ısırması yüzünden kaç kişi öldü? 10 mu, 50 mi? Daha fazla değildir. 50+ ölü sayısı için çok daha fazla yaygara yapılırdı herhalde.

Peki sadece bugün -evet sadece bugün- trafik kazasında kaç kişi öldü biliyo musun sayın kene korkusu taşıyan ademoğlu? Bugün yurdumuzda 10 kişi trafik kazasında öldü, 53 kişi yaralandı. Seni kenenin ısırması için biyere gitmen gerek. Eğer giderken ölmediysen, bırak kene ısırsın da öl.

Tabii kene ısırır ısırmaz, çoğu trafik kazasının aksine o anda, öldürmüyo. Arada akıllı uslu bir ilk ve son yardım silsilesi (zaman) var. Ve hatta üşenmeden, TV'deki gerzeklikleri bırakıp bişeyler okusan, ya da okumuş birilerini -medyasal filtrelerden ve provokasyonlardan uzak şekilde- açık zihin ve önyargısız dinlesen zaten bi daha trafiğe çıkmazsın. Siktir et keneyi. Hatta üzerinde bir adet kene ile gezersin. Nitekim kene ısırması anında trafik kazası geçirme ihtimali çok daha düşük.

Tabii bir de "bu kadar aptal olmasaydın, sana ne kadar aptal olduğunu anlatabilirdim" cümlesi var. Her yere cuk oturur mu bu cümle? Aha buraya da oturdu. Kene sensin, trafik kazası da sana girsin.

03 Haziran 2008

Fikirsiz!

Anneannemin lafıdır bu. Fikirsiz der. Bir insan için kullandığına şahit olduğum en aşağılayıcı kelimesidir.

Birçok şeyi kapsar onun bu kelimesi. Düşüncesizlik, aptallık, cehalet, fikir sahibi olmama, bişeyleri kasten saklayıp bilmemezlikten gelme, bişey bilmeden fikirlerini kabul ettirmeye çalışma, karşındakini anlamaya tenezzül etmeme, dinlememe, abartma, bencillik, vs. Evet, gerçekten aşağılayıcı görünüyo. Önemli olan kelimenin yerinde kullanılabilmesi. Hele anneannem gibi son derece "cool" bi tavırla, bariz bir gerçek şeklinde söyleyebiliyosan pişmişsindir sayın okuyucu. Korkacak bişey kalmamıştır.

Bir insanın fikirsiz olduğuna kanaat getirmek ve bunu dillendirecek duruma gelmek pek sancılı, acı verici ve öğretici bir süreç olsa gerek. Sancılı olması, kişiye harcanan emek ve zamanla ilgili. Acı verici olması emeklerin, zamanın, belki de sevginin boşa gittiğinin anlaşılması dönemi. Öğretici olan kısmı emek, zaman ve sevgi akıtılacak insan seçmeyi daha akılcı hale getirme kısmı, tecrübe.

Herşey o kadar havada ki, biyerlerden girip kafamın içindeki bilinmezlikler ve anlaşılmazlıklar arasında uçmaya başlıyorum. Karanlık yerlere girip oraları aydınlatmaya çalışıyorum, tıkanıklıkları çözmek istiyorum. Her seferinde kayboluyorum, sarhoş oluyorum, uyuyorum. Uyandığımda ilerleme kaydettiğimi umuyorum. Ertesi akşam ilerleyemediğimi, herşeyin aynı karanlık ve tıkanıklık içinde kaldığını görüyorum. Burası zihin, burdan çıkış yok!

Bir süre sonra kırılmışlık hissi sarıyo her yanımı. Sabahları uyanamıyorum, ne kadar erken yatarsam yatayım. İçki içmemiş olsam da ayık olmuyorum. Tersinin herşeyi düzelteceğini umarak alkole dadanmak durumu iyileştirmiyo; yine de denemek zorunda hissediyorum. Sonra uykusuzluk dönemi geliyo. İçsem de içmesem de uyuyamıyorum. Ve bu o kadar "sanki bir anda" oluyor ki şaşırıyorum kendime. Dün herşey ne kadar güzeldi, bugün neden böyle oldu? Bilmiyorum.

Herşeyimi paylaşabildiğim arkadaşlarım var. Çok şanslı görüyorum kendimi bu konuda. İnsanların yalnız olduklarına şahit oluyorum. Buna nasıl katlanabildiklerini anlayamıyorum. Yalnızlık yüküne katlanabilmek için son derece duygusal ve utangaç bi yapıya ihtiyaç var sanki, emin değilim. Gerçek kişiliğinden, duygusallığından, utanıp saklayabilmek için gün içinde hayvan gibi olmaya özen gösteriyolar gibime geliyo; geceleri de yastıklarına sessizce gözyaşı döküyor olmalılar. Kayıp hayatlar. Flash TV cinayet haberleri gibi hayatlar. Gerçek kesit. O kadar duygusal, o kadar narin, o kadar kırılganlar ki, bunu saklayabilmenin tek yolu daha vahşi görünmek. Kavgada kabahati daha büyük olan daha fazla bağırır her zaman. Buna benziyo kanımca. Aşırı duygusal bi yapın varsa ve bunu saklamaya çalışıyorsan, ilk fırsatta karını kesmen çok doğal. Öyle mi acaba? Çok mu açıldım? Meydan benim nasıl olsa, atış serbest.

"Fikirsiz"den nereye... Toparlayacam ama nasıl? Esasen kendi kendime fikirsiz olduğumu ispata çalışacaktım ama daldan dala hoplarken kayboldum. Olan oldu, idare et sayın okur.

Heat isimli filmden Robert de Niro ile hatun arasındaki diyalogdan bi parça:
Hatun: "Are you lonely?"
de Niro: "I'm alone."

"Alone" ile "lonely" arasındaki farkı bilen bir arkadaş bana bilgi verirse sevinirim. Diyaloğu yazdım ama ne demek olduğunu anlamadım. Accayip karizmatik görünsün istedim. Olmuş di mi?

28 Mayıs 2008

İşletme Körlüğü

Bir arkadaşım -burayı okumasa da kendini bilir- az önce beni şaşkına çevirdi. Hiç beklemediğim bir anda, belki yıllardır beklediğim bir cümleyi sarfederek bende bir çığır açtı.

İşletme körlüğü denen şey, işletme içindekilerin alışmışlık sebebi ile kimi rahatsız edici ve engelleyici faktörlerin farkına varmamaları. Bu terimi kişinin kendisine çevirirsek ne demek istediğimi az çok anlayabilirsin sayın okuyucu. Benimle ilgili olan şey gelmekte, aha aşağıda.

Birkaç haftadır anlamsız bir neşe, bir güleryüz almış gidiyor. Halbuki hayat aynı rutin saçmalığını hızla sürdürmekte ve bunun farkındayım. Canımı sıkan onlarca şey var, neşeme en ufak kötü bir etkisi yok. Tüm bunlar içinde, düşündüğüm tek şey, bu neşenin ne zaman ve ne şekilde dönüp bana kaçacağı. Kötüyü beklemekteyim. Darbe ne zaman gelecek şeklinde neşemin büyümesini, evrimleşmesini engellemeye çalışıyorum. Zira neşe arttıkça darbe daha fazla hasar verecek, biliyorum, kaç kere oldu kim bilir. Yerinde bir düşünce mi bu?

İşte bunları çok daha kısa şekilde arkadaşımla paylaştım ve dedi ki: "neşeliysen keyfini çıkar ne zaman ağlayacağım diye dert edinme"

Bu kadar basit, bu kadar nacizane bi cümle işte. Nasıl oldu da neşeli iken endişeyi de için için coşturduğumu farketmedim? İşletme körlüğü değil de ne ki bu? Ne kadar sade bir tespit. Bunun nasıl farkında değilmişim? Bunu farkedemeyen bi insana nasıl bakardım acaba. Salak derdim herhalde. Büyük konuşmamak gerekli imiş meğer.

Bununla beraber, birçok konuda ne kadar çok gereksiz -insanüstü bir hırsla- endişe sırtlandığım gün yüzüne çıktı. Çok sevdiğim başka bir arkadaşım, hayatını olumlu yönde geliştiren şeyin "en kötü ne olabilir ki?" sorusu olduğunu söylemişti. O geldi aklıma şimdi. En azından etrafımda kalan son insanların, gerçekten dostum diyebildiğim arkadaşlarımın, aklı başında, düşünebilen insanlar olduğunu görmüş oldum. Bu da kendi içinde ayrıca mutluluk verici bir durum. Ey bunu hiçbir zaman okumayacak olan yukarıdaki söz sahipleri: Sizi seviyorum.

Yazarken, duraklarken, düşünürken aklıma geliyo. Yıllarca beklediğim ve endişe içinde boğularak rezil ettiğim dakikalar (ve peşi sıra gelen üzüntü dolu yıllar), endişe içinde kıvrandığım günler, endişe içinde geçmiş 29 sene... Bariz saçmalamışım arkadaş. YUH! Birden çok üzülmeye başladım. İnsanın kendine üzülmesi çok zavallı bi durum gerçekten. Uyuyunca geçer...

03 Mayıs 2008

Evlilik, Aşk, Arkadaşlık ve Böğürtlen Şarabı

Malumunuz nikah sezonu açılmış olup, "biri erkek biri dişi" ekibi oluşturabilenler soluğu evlendirme dairesinde almaktadırlar. İzleyici koltuğunda da genelde ben oturmaktayım. Uzmanlık alanım esas olarak cenazelerdir ama o başka bir post-it konusu.

Bu evlilik konusuna kafayı fazla taktığımı düşünmüşümdür her zaman. Ancak son zamanlarda aslında fazla takmadığıma karar verdim. Zira 30 yaşına gelmiş, işe gitmek dışında evden çıkmayan sağlıklı bir erkeğin bir dişi insan araması son derece normaldir (herhalde). Buna bir de "evlilik teklifi yakın zamanda tatlı tatlı reddedilmiş kişi" sıfatı da eklenebilir.

Aşkın evlilik kararı almak için minör bir etki olması gerektiğini düşünmekteyim. Sonu olduğu -en azından- istatistiki olarak belirlenmiş bir konudur bilakis. Ebediyen müzmin aşıklar olarak kalan çiftler bulunmamaktadır. Peki "ölüm bizi ayırana kadar" evlilikleri nasıl sürmektedir?

Ölene kadar sürecek çok fazla şey bulmanın zor olduğu malum. Konu bazı noktalar etrafında özelleşince iş iyice kısırlaşıyo tabi. Kısaca, ölene kadar sürecek çok az şeyden biri, ruh (zihin) aleminde baki kalacak belki de tek şey, arkadaşlıktır. Çevreye bakıp durumu dişi-erkek çerçevesinden çıkardığımız vakit görüşümüz biraz netleşebilir. İlkokuldan beri arkadaş olan amcalar 70+ yaşlarda hala kahvede çay içip muhabbet edebiliyorlar. Buradaki anahtar "arkadaşlık"tır. "Sınırlı zamanlarda görüştükleri için arkadaş kalabilmişler" diyenler için "sınırlı şey paylaşabilmişler" diyerek arkadaşlıklarını küçümseyecek kadar ileri gidebilirim.

Arkadaşlığın önemi sadece uzun soluklu olması değildir elbette (elbette ne demek anasını satayım). Konuşabilmektir. Paylaşabilmektir. "Peki hocam aşık olanlar konuşup paylaşamaz mı?". Evladım dersi dinle ve öğren. Aşık olanlar konuşmadan, paylaşmadan zaten aşık olamazlar. Ancak aşk, gözün karşı tarafı yüceltmesi, abartması, haddinden öte görmesidir. Tüm bunlar, göz zamanın birinde ayaklarını yere bastığında, duvara çarpma etkisi yapar. Zira kişi gözde bu nebze büyütüldüğü için beklenti almış yürümüştür. Böyle olmasını beklemeyen insancılar sonradan çok üzülürler; (arkadaşları ile!) her akşam içmeye ya da kahveye giderler. Her gece dolup taşan kahvehanelere bi gidin konuşun. Hepsinin ya burkulmuş birer kalbi, ya da evdeki karıları ile konuşamayacak birer erkeklik gururları vardır. Aynı adamların gençliklerine gidip bakın. Ya aşık birer yürekleri ya da aşık birer yürekleri vardır.

Konuyu dağıttım, toplayamıyorum. (bkz. son cümle)

Velhasıl kelam, bir insanla evlenmek için onun herşeyden önce bol bol konuşulabilecek, açık, dürüst bir arkadaş olması gerekir (öyle bakma, sen de öyle olmalısın). "En iyi arkadaşım" olması gerekir. Arkadaşlık, aşka göre daha fazla taviz verebilir; daha esnektir, daha uzun sürer, çok uzun sürer, yenilenebilir, belki hiç eskimez, çağ atlar, mesafe tanımaz, yaş tanımaz. Burada savunduğum şey tamamen budur. Ana fikir, "aşık olduğun kişi ile evlenme" değil, becerebilirsen "aşık olduğun kişiyle evlenmeden önce onunla ölümsüz bir arkadaşlık kur"dur.

Böğürtlen Şarabı: Yazmaya yardımcı ekipman; mürekkep gibi bişey.

25 Nisan 2008

Bilgisayar Ehliyeti

Bilgisayar satarken insanlara ehliyet sorulmalı. Tabii bundan önce insanları bilgisayar bilgisi konusunda sınava sokmalı.

Hayır, tabii ki sınavı geçemeyenler bilgisayar almasınlar, ebediyen konu hakkında cahil kalsınlar demiyorum. Ancak konu ile ilgili tecrübesi yetersiz insanlara bilgisayar fiyatına ek olarak satıcılar sınav notuna göre servis sayısı belirleyerek fiyata ekleme yapsınlar.

Neden mi? Bilgisayarlarına saçma salak virüs doldurarak beni aramasınlar. Kendilerine yetmeyi -daha ucuza bilgisayar alabilmek için- daha hızlı öğrensinler. Madem insanlık öldü, herşey para, ben neden her akşam kendi bilgisayarım yokken birilerinin evinde nefret ettiğim windows yükleyeyim? "Sen yükleme" demeden önce düşün! Ben yüklemezsem bu adam sana gelecek. Yeter ki bilgisayarı biyere götürüp para vermesin. Heh, bi kere kandırdı da işini gördürdü mü sana, bi daha her zaman seni arayacak cesareti olacak; öğrenmesine de gerek kalmayacak. Biz sanki anamızın karnından bu işi bilerek çıktık. Ben de ne sik biliyosam, kendime yetemiyorum, sürünüyorum; milletin haberi yok!

Bu ehliyet - yeterlilik işi gün geçtikçe kafama yatıyo hatta.

Haa, bi de bi mikten anlamadan karşına geçip ukalalık yapanlar var:

Ukala: "Bilgisayar açılmıyo, nedendir?"
ArapSabunu: "Biçok şeyden olabilir, görmeden bişey diyemem."
U: "Hafızadan olur di mi?" (biliyosan ne soruyosun)
A: "Hafıza dediğin RAM mi?" (karıştırılır genelde)
U: "Hafıza işte." (haa, bilmiyomuş)
A: "Olabilir ama dediğim gibi, biçok şeyden olur. Bilgisayarın nereye ve ne kadar açıldığına bağlı."
U: "Biyere kadar gelip sonra donuyo." (donmak ne demek anlıyosam...)
A: "Evet abi, hafızadandır büyük ihtimalle." (bezdim anlasana)
U: "Sen halledebilir misin?" (ulan madem hafızadan, biliyosun, sen hallet)
A: "Bakmam lazım abi" (konuşmanın başına dönüş)

AAA!!!! Hittirin gidin lan!

19 Nisan 2008

Windows Macerası

Uzun bir aradan sonra çizim yapmam gerekince Windows kurmam gerekti. 3 gün sürdü. Burada suçu her zaman olduğu gibi Windows'a atamıyorum; zira ana kartım bozuktu.

Bilgisayarım çalındığı ve mevcut laptop ısınınca (hatta çizim programını açtığım anda) kapandığı için evdeki hurdalığa girerek bir bilgisayar çıkarmaya çalıştım.

- Bir adet 20, bir adet 30 GB HDD (bi tanesi bozuk, ama acaba hangisi)
- Bir adet matrox ekran kartı (sağlam)
- Bir adet sıradan ses kartı (sağlam)
- Bir adet sıradan ethernet kartı (sağlam)
- Bir adet CD-Writer (sağlam gibi)
- Bir adet Asus P3 ana kart (son kullandığımda elektrik kesilmişti ve bi daha açılmamıştı)
- Kasa yok

Önce gidip bir adet 350 Watt'lık kasa aldım, şu önden bakınca BMW'ye benzeyenlerden. Üzerine bi de düğme koymuşlar, basınca gece lambası gibi farlar yanıyo. Çok komik.

Koşarak eve geldim ve parçaları birleştirdim. Sevindirici olarak bilgisayar açılmaya meyil etti. Ana kart çalışıyodu (sen öyle san). Sadece cdrom'u görmüyodu. Önce başka cdrom, sonra başka kablo denedim. HDD ile kabloları değiştirdim. Varyasyondan varyasyona koştum ama nafile. Cdrom görünmüyodu. Sonunda ana karttaki arızanın bu olduğuna karar verdim, mutlaka bi arıza olmalıydı. Hurdalıktan bilgisayar topluyosun kardeş, arıza olmadan olur mu hiç!

Bir akşamlık uğraşıdan sonra cdrom'u bulamadı bilgisayar. Cdrom olmadan da işletim sistemi kurulamıyo maalesef. Ertesi gün diski söküp kardeşimin bilgisayar takıp, orada windows install etmeye karar verdim. O sırada farkettim ki, kullanmaya çalıştığım 30GB'lık disk bozukmuş. Söküp 20GB'lığı taktım. İçinde windows vardı! Acayip kızdım ve o kadar uğraşmışken formatlamadan tutamadım kendimi. Sonra misler gibi XP kurdum, update / upgrade'leri yükledim. 2 adet çizim, 1 adet resim programı yükledim. Herşey pırıl pırıl oldu. Sonra diski söküp hurda makineye taktım; açılmadı!

Meğer eskiden (win98) oluyomuş böyle hareketler. Anakart değiştirince açılmayabiliyomuş NT tabanlı windowslar. 2. akşamı da böyle heba ettim.

3. gün güzel bir insanın da desteği ile şunu denedim. Diski tekrar kardeşimin bilgisayara taktım ve windows yükleme işlemine başladım. Programlar diske kopyalandıktan sonra bilgisayar restart eder. O sırada, daha bişey kurulmamışken diski söküp benim BMW görünümlü hurdaya taktım. Yine açılmadı. Ne yaparım ne ederim derken, yine değişik varyasyonlar denerken, onlarca kere restart ederken ve onlarca değişik varyasyon denerken, hatta herşeyden vazgeçerek floppy takıp 98 kurmaya, onun üzerine XP kurmaya karar vermek üzereyken, bu sonsuz restartlardan birinde bilgisayar cdrom'u gördü. Ama sadece bi kere. Ama bu sırada cdrom'dan boot etmiyodu. Sonra yine görmedi. Çabalarımın sonuca ulaşabileceğine dair bir ışık gördükten sonra restart parade olayına iyice ağırlık verdim. Dün gece herhalde 100'e yakın restart yaptım. Azimle sıçan taşı deler demişler. Arada yine kablo değiştir, jumper'larla elleş, IDE girişlerini değiştir gibi kombinosyanları geniş geniş yaşadım. ...ve sonunda bu restartlardan birinde alet cdrom'u gördü. 3 günlük çaba sonunda windows kurabildim. 3 günlük çaba için küçük bir ödül aslında. Daha erken bitirebilmiş olsaydım kendime şarap alacaktım; kısmet değilmiş.

19 Mart 2008

Mutluluk....

Mutluluk 2 parmağının arasında. Reklamcılara tüm saygım ile takdim ederim. Tabii bir de Eti'ye:

Bilgisayarım çalındı

Evet evet, bir kendini bilmez salak eve girip bilgisayarımı çaldı. Salak diyebiliyorum, zira arka rafta 500'e yakın DivX film vardı (a aaa, tabii ki hepsinin DVD'si var, kimsenin bilmediği gizli kasada saklıyorum). Onları alıp tanesini 3 liradan satsa bilgisayarı 250 YTL'ye satmaktan çok daha fazla kazanırdı. Neyse bişey diyemiyorum. Bu bağlamda artık saçma postlara devam edeceğim. Pek bir üzüldüm ama ne yapacaksın. İstanbul'da yaşıyosun, göte giren şemsiye açılmaz...

15 Şubat 2008

LATEX ile Blog Entry

Ön bilgi: Blog'un kendi sayfa yapısı olduğu için orjinal LaTeX html çıktısını biraz kırpmam gerekti. Orjinal çıktı için: http://arapsabunu.homeip.net adresine bakabilirsiniz.


LATEX ile Blog Entry


Bu blog girişini LATEX ile emacs altında hazırladım. LATEX denen şey kısaca bir ``yazı'' programı. Microsoft Office veya OpenOffice'ten en önemli ve tercih edilmemesine sebep olan farkı, gavurların ``WYSIWYG'' (What you see is what you get) dediği fark. Yani hazırladığınız şeyin son halini, hazırlama sırasında göremiyorsunuz; hazırladığınız TEX dosyasını LATEXleyerek ne çıkacağına bakabiliyosunuz.


Peki LATEX kullanmanın amacı ne? Yazdığım şeyi göremeden dosya hazırlamak neden? Hatta LATEX'te yazılan şey neye benziyo?


Acele yok, sakin sakin. LATEXiçin yazdığımız şey ile elde ettiğimiz sonuç şurada görülebilir: ``http://en.wikipedia.org/wiki/LaTeX'' Ben de LATEX'te yeni olduğum için linkler düzgün çalışmayabilir; kopyalayıp kullanın.


Evet, yazılan ve alınan sonuç gerçekten çok farklı. Peki neden aynı şeyi Office programlarından birini kullanarak hazırlamayayım? Güzel bir soru, ancak tatmin edici bir cevabı var. LATEX'in kullanımı başlangıçta zor ve karmaşık gelecek. Office dosyası hazırlamak ile ilgisi yok; hatta biraz program yazmaya benziyor. Ama bir kılavuzla (WikiBooks veya benim takip ettiğim ``http://theoval.sys.uea.ac.uk/ nlct/latex/novices/'') 1 - 2 akşam çalıştıktan sonra ortaya çıkıyor ki LATEX Office programlarına göre kat kat üstün. Sebepleri ise kabaca şunlar:



  • LATEX ile tek bir doküman hazırlayıp birkaç farklı çıktı alabilirsiniz (pdf, html, dvi, vs.)

  • Onlarca bölümlük bir tez hazırladınız ve araya bir bölüm eklediniz. Tezi baştan sona dolaşarak bölüm numaralarında hata olup olmadığını kontrol etmenize gerek yok, LATEX bunu otomatik yapıyor!

  • Doküman içinde birçok referans ve footnote kullanıyorsunuz. Bunları karıştırmamak için kendinizi zorlamanıza ve birsürü zaman harcamanıza gerek yok.

  • tablolar hazırlamak, abstract koymak, fontlarla uğraşmak çok daha kolay

  • görsel olarak çıkan sonuç son derece farklı; ki bir dokumanın ya da tezin düzgün görünmesi okunabilirliğini kolaylaştırır. Formattaki hatalar yüzünden tezlerden not kırıldığını herkes bilir. Siz yapmazsanız LATEX bu hataları yapmaz.

  • Matematik formüllerin görünüşleri başka programlarla kıyas kabul etmez.

  • ...ve aklıma gelmeyen, kullanmaya fırsatım olmayan daha onlarcası...




Kısacası LATEX denemeye değer, kullanmaya değer, yaymaya değer bir program. Tezimi yazarken bunu kullanıyor olsa idim, görünüş yerine içeriğe harcayacak çok daha fazla zamanım olacaktı.




Onur SAN
2008-02-15

03 Şubat 2008

Bu aksamin hikayesi, aMule, Linux

Bilgisayarda "Bourne Ultimatum"u seyrettim (tabii ki DVD'si var!). Dun Supremacy'i, ondan once de Identity'i seyretmistim. Neyse, filmin bir yerinde CIA bi adamin cep telefonuna data transferi yapiyo. Bilgisayar ekranindaki data transfer penceresinde kocaman "Norton Symantec Virus - Spyware Software" gibisinden biseyler yaziyodu. Altinda da scanning files filan gorunuyodu. Cok komik. Sahne pek kisa da degildi, atlamis olamazlar. Neden boyle bisey yaptiklarini anlamadim (reklam kokan hareketler).

Sonra aMule'den Bourne serisinin kitaplarini indirmeye karar verdim (siz yapmayin, bu bir suc). Iste tam bu arama ve ekleme aninda aMule patladi. Patlarken de yuklu oldugu directory (~/.aMule) ve icindeki 20GB+ datayi da beraberinde goturdu. Once "hass..." dedim, sonra "hass..." dedim, sonra tekrar ve bi sure devam etti bu. Bikac tane recovery programi indirdim, denedim ama hepsi komple HDD ya da flash disk recovery icin yapilmiş. Simdi linux'un guzel bir ozelligine geliyoruz. Home folder altinda (/home/user) tutulan cesitli log dosyalari var(.recently-user, .recently-used.xbel, .xsession-errors vs.). Bunlarin icine bilgisayar acik oldugu surede ne olup bittigini yaziyo. can osyalarin adi orada vardi, ben de yeniden indirmeye karar verdim. Isimleri buldugum icin sevindim tabii (tecavuze ugrayan Pollyanna xotu kurtardigi icin sevinir ya). Daha sonra linux'un aMule directory'sini silmedigi ve baska yere move ettigini de oradan okudum. Burada da devreye Hoca Nasreddin giriyo, e$egi kaybedip bulma davasi. Bizimkisi katir ama olsun.

Neden bu kadar uzun ve gereksiz yazdigim konusu hala muamma. Sevindim ya, icimi bosaltmam lazim geldi. Dinlediginiz icin sagolun. Bu aksam da bana ayrilan surenin sonuna geldim. bkz. mustafa yolasan...

26 Ocak 2008

Pek Yakında

Emacs geliyor efendiler. Yakında burada!

Ek: Valla gelecek de, emacs ile ilgili yazmadan önce biraz kasmak lazım. Kasıyorum gerçi ancak yeterli değil gibi. Şimdilik emms ve erc olaylarını hallettim; muse ile ilgili durumlar biraz karışık. Aslında emms ve erc ile ilgili ayrı postlar yazsam... Olur lan. Ne kadar akıllıyım (de get!)

24 Ocak 2008

Bu arada...

Şimdi OpenOffice ile bir post deneyelim bakalım. Post denerken de OpenOffice ile ilgili birkaç kelime söylemekte fayda var tabii. Daha önce kullanmamış arkadaşlar için şunları söyleyebilirim:

1 - Mikrozort ürünleri, yazılımları ve Mikrozort tarafından desteklenen şeyleri kullanmamak sanıldığı gibi aşağılık, yavaş, bilgisayara virüs sokan(!) hareketler değil.

2 – OpenOffice tamamen ücretsiz, dağıtımı ve kullanılması serbest olan bir program

3 – Evet, OpenOffice MS Windows yüklü makinelerde yavaş çalışıyor, ancak elinizdeki kopya MS Office sürümü ile yakalandığınızda başınıza gelecekleri biliyor musunuz?

4 – Açık kaynak kodlu (en azından Freeware) program kullanmak her gün sağda solda arkasından atıp tuttuğunuz birçok yapının güçlenmesine ve tepenize çıkmasına engel olmaya çalışmaktır. Açık kaynak kodlu program kullanmayı aktivasyonun ilk adımı olarak düşünebilirsiniz.

5 – OpenOffice, MS Office özelliklerinin tamamını barındırır, fazlasını da barındırıyor olabilir, ben fazla özelliğini kullanmıyorum. Ama basit bir misal olarak, MS Office dokümanını OpenOffice'te açıp kendi formatında kaydettiğimde boyutu yarısından daha fazla azalıyor.

6 – Kimseden MS Office programı istemek, netten kopyalarını indirip suç işlemek zorunda değilsiniz.



Haa, şimdi buna screenshot da koyardım ama anlamsız olacak.



OpenOffice, QCaD, Blendergibi programlar Linux ve Mikrozork işletim sistemlerinde çalışmakta, problemsiz olarak kullanılmaktadır. Forum ve destek safalarında aklınıza gelmedik sorunların çözümleri, okuyabileceğinizden daha hızlı yayınlanmaktadır. İsterseniz lisanslı, ücretli bir ürün için bilgi bulmaya çalışın...

22 Ocak 2008

QCaD

...ve sonunda AutoCAD bağımlılığımı tamamen ortadan kaldırdım. Evet, başta herşey zor, uğraşmaya değmez gibi görünüyo. Zamanında evren toz ve gaz bulutu değil miydi?

İşsel çizimler için AutoCAD gerçekten başarılı. Hatta insanların pek kullanmadığı 3D özellikleri ile Mechanical bilmemnesi de var. İstediğin standartta istediğin parçayı çaat diye, kendini hiç yormadan, çizimine ekleyebiliyosun. Peki AutoCAD tek mi? Benzerleri içinde en iyisi olduğu su götürmez bi gerçek. Tabii 3D olayları pek bi dandik. SolidWorks gibi hızlı ve başarılı programlar varken AutoCAD'in 3D özelliklerini kullanmaya çalışmak akıl işi değil; her neyse...

Esas mevzu şudur. İşimin önemli bi kısmı çizim; ya da ben fazla önemsiyorum ama yine de yapılması gereken bie mevzu. Üniversiteden beri AutoCAD, sonrasında onunla beraber SolidWorks kullandığım için kurtulmak zor geliyodu. Ama zaman içinde Blender ve Qcad'e aşinalık arttıkça, önceki ikiliyi bilgisayardan emekli etmek çok kolay oldu.

QCaD denen program, basit bir iki boyutlu teknik resim programı. Kullanıcıya basit görünüyo, kullanması da en az göründüğü kadar basit. Daha pratik hale getirilebilir, çizim süreleri kısaltılabilir; ancak şu haliyle bile son derece yeterli. Ayrıca çizimleri dxf olarak kaydedip, Blender'dan import edebiliyor ve 3D'ye geçebiliyosunuz. Blender'a girdikten sonrası malum.

Az çok teknik resimle uğraşan, şema çizmek isteyenlere QCaD tavsiye olunur. AutoCAD gibi bilgisayara hammallık yaptırmıyo, küçük, kullanımı kolay, yardım dosyaları ve forumu olan güzel ve yeterli bir program. Daha fazlasını isteyenlere part library hizmeti de sunuyo. Part library yetersiz mi geldi? İhtiyaç duyduğunuz parçayı standartlara uygun olarak çizip hemen QCaD'e gönderiyosunuz. Sonraki part library versiyonunda sizin parça da yayınlanıyo!

Aha burada bir adet daha bitmemiş daire çizimi var. Mimar filan değilim, elimde örnek alabileceğim bi model de yoktu; idare edecek bişeyler hazırladım. Bitirdikten sonra masa sandalyeyi silip Blender'a atacağım. Üşenmezsem gelişmeleri buraya yazarım. Üşeneceğimi sanmam. Baksana daha bitmemiş model için bisürü lakırdı yaptım. Demek çizmekten sıkıldım. Şimdi sıkılan yine sıkılır.

20 Ocak 2008

Bilgisayar - Ubuntu Linux - OHHA LAN!

1 - Netten bilgisayar parçaları sipariş edilir. Bkz. www.hepsiburada.com
2 - Kapıya kadar gelen parçalar hevesle açılarak parçaların sipariş edilenler oldukları doğrulanır.
3 - Yaklaşık 2 saat içinde montaj tamamlanır (DVDRW içinden çıkmayan data kablosunu almaya çıkmak, bulamamak, aramak, bulmak, eve gelmeden sağda solda laklak etmek hariç).
4 - Bios ayaları yapılır.
5 - Daha önce indirilmiş ve yakılmış Ubuntu 7.10 install cd'si takılarak boot edilir.
6 - Oha olunur. Adamlar bokunu çıkaracak kadar kolaylaştırmışlar herşeyi lan! Windows kullananın kafatasına sıçayım.
7 - 1 saat içinde, hiç sorun çıkmadan işletim sistemi kurulmuş olur.
8 - Bilgisayar açılarak 3 saat içinde eski aletin /home/arapsabunu klasörü yeni alete kopyalanır.
9 - Yaklaşık 150MB kadar data (eksik programlar ve update'ler) tek tuşla indirilir ve kurulur.
10 - Tekrar ohaaa laan diye bağırılır. Hiç sorun çıkmamış ve herşey mükemmel çalışmaktadır.

Valla deli oldum. Compiz'in doruklarında orgazmdan orgazma koşarken bunları arada yazacak zaman çıkarmış olmama memnunum. Render hızım da acayip arttı. Para veriyosun ama karşılığını alıyosun.

Hanııım, nerde benim peçetem...





Sabah olmak üzere. Kısmetse yarın akşam da vmplayer'ı halledecem. Gerisi ufak tefek detaylar.

16 Ocak 2008

Blender, Model No: III; Cephesel Durumlar

Bir aluminyum cephe giydirme işi için Blender'da çizdiğim 3 farklı modelin 3 görünüşü ve animasyonları aşağıdaki gibi.

İlk model:





İkinci model:





Üçüncü model:





Blender dosyalarını ısrarla buraya koymuyorum nedense. İsteyene gönderirim.

Animasyonlar burada. İlk animasyonda bina yerden yükseliyo evet, farkındayım. Düzeltmeye üşendim. Bilgisayar pek hızlı sayılmaz, 8sn'lik animasyonu yapmak 1 saatini alıyo aletin. Yakın zamanda hallolacak bu iş de. Gerçi başka bi başlık sayılır ama videolar upload olurken, uykusuz kafayla çiziktireyim biraz. Yeni bilgisayar sipariş ettim. Bir haftadır gelse de toplasam diye hevesle bekliyorum. Daha kargoya vermemişler. İstediğim kasa ve ekran kartı ellerinde yokmuş... Bekliyoruz.





04 Ocak 2008

Blender, Model No II

İhityaçtan çizilmiş bir bina resmi. Tam istediğim gibi olmadı şimdilik. Post edeyim de, sonra editler düzgün halini (uğraşırsam) koyarım.

Esasen binanın gerçek ölçülerine göre çizilmiş değil. Arsa da dikdörtgen değil. Neyse, bunlar beni geren detaylar. Sağolasın Blender.






Edit: Ufak birkaç hareket sonundaki değişiklikler hoşuma gitti



Edit: Animasyon öncesi son durum aşağıda. İlk defa animasyon deniyorum, eğer adam gibi bişeye benzerse (ve boyutu hayvan gibi olmazsa) buraya ekleyeceğim. Blender dosyasını isteyenler haber etsin, gönderirim.



Edit: Animasyon da burada işte. İsteyen olursa blender dosyasını gönderirim.

03 Ocak 2008

VMWARE

Bir ara deneyip vazgeçtiğim vmware kurma işini dün akşam hallettim. Kulağımı yanlış elle tuttuğum, üstüne üstlük korsanlık yapmaya çalıştığım için biraz zaman aldı ama sonunda becerdim.

Eski bir laptopa kurulmuş olan ve dual boot ile açılan Windows 2000 Professional ile Ubuntu 7.10 (Gutsy Gibbon) mevcut. Zorunlu olmadıkça windows açmıyorum. Ancak arada sırada, ufak tefek çizim yapmam gerektiği zaman windows'u boot etmem gerekiyodu. Windows'u açınca, özellikle linux'a alıştıktan sonra, sudan çıkmış balığa dönüyo insan. Başlarda öyle görünmese de, alıştıktan sonra windows'un kullanımının daha zor olduğunu anlıyosunuz. Ayrıca mail programım falanım filanım, artık aklınıza ne gelirse, linux'ta olduğu için windows'u açınca kendimi okyanusun ortasında tek başıma hissediyordum.

Vmware player (vmplayer) kurarak bu dertten sonunda kurtuldum. Kurması, eğer workstation'a 190 USD bayılmazsanız, biraz uğraştırsa da sonunda orjinali gibi çalışan bir windows'unuz oluyo, hem de linux altında.

Tabii aynı programla windows altından linux çalıştırmak, kurmak da mümkün. Linux altından linux, windows altından windows da çalıştırabilirsiniz. Sadece indirdiğiniz vmplayer'ın doğru versiyon olduğuna dikkat edin.

2 - 3 tane de screenshot atalım da ortalık şenlensin.