07 Kasım 2006

Ey Onur Şan hayranları, sesime kulak verin!

Duyanlar duymayanlara söylesinler. Ben Onur Şan değilim. Soyadımız benzer, ama aynı değil. Benim soyadım "s" ile yazılıyor.

Ayrıca sizinle konuşuyor olmam size değer verdiğim anlamına gelmiyor. İsmim benziyor diye türkü hayranı olmak zorunda da değilim. Türkü sevmiyorum, ben metalciyim. Beni türkü dinlemeye ikna etmenizin bir yolu yok. Önyargılı değilim, hayatımda hiç türkü dinlemeden türkü sevmemeye karar vermiş değilim. Lütfen bunları bir kenara not edin.

"Türkü bizim özümüzdür" ilkesini benimseyen arkadaşlara: Doğru olabilir, ama ilgilenmiyorum. Türkülere varmadan önce özümüzü oluşturan milyon tane şey var. Onlara sahip çıktın da mı gelip bana türkülerin ne kadar değerli olduklarını anlatıyorsun? Sen dinle türkülere sahip çık, ben de Türkçe'yi düzgün kullanmaya gayret ederek özümüze senden daha fazla sahip çıkayım. Hangi "-de"nin ayrı, hangisinin birleşik yazıldığından haberin var mı? Hani şu ortaokulda öğrettikleri. Peki "-ki"? Ne zaman birleşik yazılır, ne zaman ayrı yazılır bilir misin?

Martaval okumak isteyenler açsınlar birer blog, durmadan yazsınlar. Bakın ben kimsenin okumadığını bilerek düşüncelerimi ortaya koyuyorum. Çekinmeyin.

Kendinize iyi de olsa kötü de olsa bir bakın. Düşünmeden konuşmazsanız çok sevinirim.

Not: Onur Şan olmadığım için(!) üzülerek saçmalayan yüzlerce hayranının varlığı sebebiyle, kendisine derin bir antipati hissetmekteyim. Türkü fanatiği de olsam Onur Şan dinlemezdim. Şimdi defolabilirsiniz.

03 Kasım 2006

?

Bu sabah yine yataktan ancak birileri beni aradıktan sonra çıkabildim. Her sabah yataktan çıkmak için 1 saatimi harcıyorum. Neden uyanamıyorum ki? Galiba gerçekten çok sigara içiyorum, vücut kaldırmıyor. Yaşlanıyo da olabilirim...

Telefonun iğrenç yangın alarmı şeklindeki zili çaldıktan sonra birilerini bir yerlere yönlendirerek (acaba kimi nereye yolladım) yataktan çıktım. Keşke yapmasaydım ama her sabahki alışkanlıkla perdeyi aralayarak camdan dışarı baktım. Evet... Kar yağıyordu. Bu dağ başındaki yere taşındığımıza tekrar lanet okuyarak ayılma sigaramı yaktım. Yatmadan önce binbir küfürle aşağıladığım, bırakmaya yemin ettiğim sigara, sabah yine en iyi arkadaşımdı.

Bakkal amca ve kardeşleri, nedense beni seviyolar, çok saçma. Gün boyu bana arkadaşlık etsin diye sigara almaya girdiğimde, bakkal da her sabahki alışkanlıkla kahve yapmayı önerdi. Kar yağıyordu, soğuktu. Kahveden daha güzeli olamazdı. Kabul ettim. Matemetik dersini asıp okuldan kaçan liseli gençle beraber muhabbet ettik. Beni seviyor olması, muhabbetin güzel olduğu anlamına da gelmiyor. Muhtemelen, insanların beni seviyor olmaları hoşuma gittiği için onların yanında kendimi Cem Yılmaz kostümü içine gizleyerek, sanki çok neşeli biriymişim gibi, hikayeler anlatıyor, komiklikler yapıyorum. Ama boşa, neden yapıyorum ki?

Bu arada kulağım radyodaki yol ve hava durumunda. Spiker en sevmediğim şekilde konuşuyor. Burun kılları mikrofona değecek kadar yaklaşmış, elindeki medya gücü sanki kendi kudretiymişçesine şahlanmış, anlamsız şeyler anlatıyor. Neden sonra spikerin burun kılları birilerinin kulaklarını kaşındırmış olacak ki, yoldan ve havadan bahseden başka bir insan çıktı.

Hiç dikkat ettiniz mi? Televizyonda hava durumunu sunan biriyle radyoda sunan biri, tarz olarak ne kadar zıt? Televizyonda, sanki geleceğimizi bildiren medyum edası ile şovmenlik adına bilinen herşey harmanlanmış. Radyoda ise bildiğimiz bir insan konuşuyor. Televizyonla ilgili yorumları başka bir posta bırakıp devam edelim.

İnsancıklar Boğaz Köprüsü'nü geçebilmek için saatlerini harcıyorlarmış. Şehir içinde trafik durmuş. Bunlar aslında beni ilgilendirmez, ama ben de bir çok dönemde saatlerimi trafikte harcadığım için üzüldüm. Tabii ki radyodan Altınşehir - Esenyurt trafik durumunu vermesini beklemiyordum. Ama bir noktadaki trafik durumu, aslında her yerdeki trafik durumunun göstergesi. TEM otoyolu tıkalı iken kimse E-5'in açık olmasını beklemez, kaza durumları hariç. Saçmalamaya başladım.

Sonbaharda, ilk yağmurlu günde, trafik her zaman tıkanır; sonraki günlerde düzelir. Benzer şekilde, ilkbaharda da, ilk güneşli ve güzel günde trafik yine tıkanır. İş giriş - çıkış saatlerinde dışarıda bulunan insan sayısı değişmezken neden tıkanır bu trafik? Sadece insan psikolojisi mi, yoksa hormonal bir etki mi? Kim bilir...

Doğru rota seçimi ile kısa zamanda dükkanıma geldim. Boşuna korkmuşum. Biraz çay, biraz sigara... Hala ayılamadım. Komşunun dükkanına beton dökülecekti, siparişi ben vermiştim. Evet hatırladım! Sabah beni yataktan kaldıran beton santralinin operasyon müdürü idi. Ve evet, beton pompası gelmiş, demek doğru kişiyi doğru yere yönlendirmişim.

Bilirsiniz, bazı zamanlarda, kafa iyiyken ya da aşırı uykulu olup kendinizde değilken, yaptığınız doğru şeyleri hatırlamazsınız. Ama istenmeyen hareketlerde bulunmuşsanız, yıllarca aklınızdan çıkmaz, pişman eder adamı vicdan denen anlamsız olgu.

Aaaah... Yine belim ağrıyor. Akşama kadar bilgisayar başında oturduğunuzda feda etmeniz gereken şeyler var. Ya popo ovalliğini kaybedecek, ya beliniz size işkence etmeye başlayacak, yahut gözleriniz ekrandan ayrıldığında 10 m'den uzağını göremeyeceksiniz bir süre. Bunların çeşitli kombinasyonları da olabilir. Yine saçmalamaya başladım. Saçmalasam da bel ağrısı inceden inceden sol bacağıma vuruyor.

Yeter, bugün de yaşamaya devam etmek gibi önemli bir işim var. Akşama kadar hayatta kalmak için çok çalışmalıyım. Daha alınıp verilecek çok nefes var.